Dünya var olduğu günden bu yana, kendi içinde birçok değişime şahit oldu. Arkeolojik kazılar bize bu hikâyeyi bir nebze olsun anlatıyor. Geçmişte olup bitenler günümüze farklı renkler ve tatlar katarken her yeni nesil kendi içinde bambaşka hikayelerle yerini alıyor. 1800’lü yılar başkaydı, dertler sorunlar farklıydı, tekerlek icat edilmeden önce hayat bambaşkaydı, sonra da hayat bambaşka oldu. Tarih kendi içinde hızla akarken; hiçbir şey yerinde durmadı. Bunları neden anlattığımı merak ettiğinize eminim. Aslında günümüzü anlamlandırmak geçmişi yorumlamaktan geçiyor. Önce kendi çocukluğumuzu hatırlayalım, sonra anne babamızın çocukluğunu düşünelim, hatta daha ileri gidip büyük babamızın, ninemizin çocukluklarını hayal edelim. Bu hayal içinde kendimizi konumlandırdığımızda küçükler ve büyükler arasındaki kuşak farkını bir nebze olsun anlıyoruz. Siz, biz, hepimiz çocuktuk ve çocukça dertlerimiz vardı. Büyüklerin bizi anlamadığını düşünürdük. Büyükler de sık sık çocuklarının ne kadar umursamaz, kadir kıymet bilmez olduğunu söyler dururdu. İnanamayacaksınız ama yine arkeolojik kazılarda bulunan metinler söylüyor ki, bugünden binlerce yıl öncesinde de büyükler çocukları, gençleri eleştiriyor, gençlerden şikâyet ediyormuş. Çünkü, genç olmak otoriteye baş kaldırmaktır! Her kuşak sonraki kuşağa olan memnuniyetsizliğini bir şekilde ifade ediyor, serzenişte bulunuyor. Atalar delikanlı tabirini boşuna kullanmamış, adı üstünde “deli kanlı” gençleri mazur görmek gerek. Selçuk Şirin Sokrates ‘in 2500 yıl önce söylediği sözü yorumlamış- Yine M.Ö 335 yılında Aristoteles ne demiş:
“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Anne-babalarına karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.”
Aristoteles, geçmiş tarihte ve kendinden sonraki tarihte bu konuda yalnız kalmıyor. Şu sözler de M.Ö. 800 yılından Heseiod’ “Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.” Görünen o ki bizden öncede sonra da bu şikâyet hep devam edecektir. İnsan yine aynı insan değişen ve gelişen ise teknoloji. Geçmişin dogmaları ile yarının dünyasını biçimlendirecek olan çocukları 21.yüzyıla hazırlamak mümkün değildir. Önemli olan yaşadığımız zaman dilimine ne ölçüde ayak uydurabildiğimizdir.
Çocuklar ve gençler de büyüklerden sık sık hayıflanır, yetişkinlerin kendilerini yeterince anlamadıklarından şikâyet ederler. Bu hikâyede kendi hayatınızdan da bir yığın kesit bulabilirsiniz. Önemli olan ise yaşadığımız zaman dilimine ne ölçüde ayak uydurabildiğimiz, ifrat ve tefritten kaçınarak itidal yolunu tercih edebilmemiz. Çocukların bizi anlamasını beklemek yerine biz onları anlamaya çalışıyor muyuz?
Tabii ki “Çocukların her yaptığı doğrudur.” demek istemiyorum. Öncelikle “Çocuk neyi neden yapar?” sorusunu kendimize sormamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Unutmayın her sonuç kendi içinde birtakım sebepler barındırır. İyi ya da kötü her eylem kendince sebepler içerir. Bu sebeplerin ne olduğunu ne kadar tespit edersek çözüme de o kadar yaklaşırız. Hepimizin şikâyetleri belki de benzer yönler taşıyor. Örneğin çocuklar tablet ve bilgisayarları neden ellerinden düşürmüyorlar? Peki ne buluyorlar da bırakmıyorlar sorusunu sorduk mu hiç kendimize?
Evet çocuklar tablet ve bilgisayarlarda bir şeyler buluyorlar, o nedenle saatlerce bu cihazların başından ayrılmıyorlar. Buldukları her ne ise biz bunun yerine alternatifler sunabiliyor muyuz? Alternatif sunamıyorsak neticesi zaten belli. İnsan vicdanını kandıramaz. Cevabını bildiğiniz soruları sesli itiraftan kaçınıyorsanız kendi içinize sormalısınız. Hayat hiçbir zaman boşluk kabul etmez. Lakin belirli plan ve programlarla, çerçevelendirilmiş biçimlerle hayat daha anlamlı hale gelebilir. Bilgisayarlar da tabletler de neticede aşırı kullanım halinde çocuklar ve gençler için son derece zararlı. Bu durumu doğrulayan bir yığın bilimsel çalışma var. Bu zararın sebebi aşırılık. Yoksa dijital bir dünya da bilişim cihazlarını çocuklarımıza ve gençlerimize tümden yasaklayacak halimiz yok. Eğer bu aşırılığın önüne geçebilirsek, çocukları ilgi alanlarına göre yönlendirebilirsek, kesin yasaklamalar yerine makul bir kullanım ortamı oluşturup çocukların önünü açabilirsek emin olun zarar tehdidi ortadan kalkacak fırsat kapısı ardına kadar açılacaktır. Çocuğun elinden elektronik aletleri alıp sadece hafta sonları çok sınırlı kullanmalarına izin vermek, bir hafta yemek yemeden hafta sonu bir dilim ekmekle idare etmeye benzer.
Bunun yerine mantıklı olan doğru bir yaklaşım sergilemektir. 21.yüzyılda teknolojik aletleri yok farz edip çocuğu dünyadan soyutlamaya çalışmak büyük bir hata olacaktır. Her şey de bir denge olduğu gibi teknolojik aletlerin kullanımında da dengeli bir yaklaşım benimsemeliyiz. Teknolojik aletleri çocuklara daha küçük yaştan itibaren süre, kural ve en önemlisi bir amaç doğrultusunda kullanmaya yönlendirmek gerekmektedir. Bu konuda bize destek olacak çokça kaynak bulunmaktadır. “Neleri nasıl yapmalıyız?” “Hangi adımları atmalıyız?” Bu soruların doğru cevaplarını bulmalıyız. Çocuklarımızı sadece teknoloji kullanımı konusunda değil, beslenirken, oyun oynarken, ders çalışırken ve diğer tüm meşguliyet alanlarında durağan değil dinamik, zarar gören değil fayda bulan, tüketici değil üretici bir hale getirmeliyiz. Bunun için ise önce ebeveynler sonra da öğrencinin hayatında sürekli var olan eğitimciler başlıca sorumlu olarak öne çıkmaktadır. Anne baba evde kontrolü sağlarken okullarda da eğitimciler bu görevi üstlenmelidir. Sürekli gelişen dünyada çocuklardan hep bir adım önde olunmalıdır. Araştırmalı, sorgulamalı çocuğa-öğrenciye olabildiğince faydalı olmaya çalışılmalıdır.