Bekle Bizi İstanbul Bekle Bizi İstanbul
"1914’de Beykoz’da doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. 7’sinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya heves ettim. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17’de bara gittim. 18’de rakıya başladım. 20 yaşından sonra da para kazanmayı ve sefalet çekmeyi öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim.” Orhan Veli Kanık, M. Sami Onat’a yazdığı mektupta kendi hayatını böyle anlatıyor. Sonrasını biz tamamlayalım. İlkokulun ilk dört yılını İst. Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okudu. Sonra Ankara’ya geldi. Babası Mehmet Veli, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi ve Ank. Konservatuarı Armoni Profesörüydü. Orhan Veli, Gazi İlkokulu’nu bitirdikten sonra, yatılı öğrenci olarak, Ank. Erkek Lisesi’ne kaydedildi. Liseyi bitirince, İstanbul Üniversitesi, Ed. Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi. İki yıl sonra 1935’te eğitimini yarım bırakıp Ankara’ya döndü ve PTT Genel Müdürlüğünde işe başladı. 1941’de “GARİP” isimli şiir seçkisi yayımlandı. Orhan Veli’nin 24, Oktay Rıfat’ın 21, Melih Cevdet’in 16 şiirinin yer aldığı bu kitabın önsözünü de Orhan Veli yazmıştı. “Garip” sözcüğü sadece bir kitap adı olarak kalmadı. Bu gençlerin başlattığı yeni şiir akımına da ad oldu. Kimi garip şiir akımı dedi, kimi birinci yeni... Şiir, artık halkın gündelik yaşamına kapı açmıştı. Özellikle Orhan Veli’nin “Kitabe-i Sengi Mezar” adlı şiiri, hedefe konmuş, ayaktaki nasırın bile şiire girmesi, dönemin pek çok klasik şair ve yazarı tarafından alay konusu olmuştu. Üç bölümlük bu şiirin ilk iki bölümünü sunuyorum. KİTABE-İ SENG-İ MEZAR I Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, Nasırdan çektiği kadar. Hatta çirkin yaratıldığından bile, O kadar müeessir değildi. Kundurası vurmadığı zamanlarda, Anmazdı ama Allah’ın adını. Günahkâr da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye. II Mesele falan değildi öyle, To be or not to be kendisi için. Bir akşam uyudu, Uyanmayıverdi. Alıp götürdüler. Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü. Duysalar öldüğünü alacaklılar, Haklarını helâl ederler elbet. Alacağına gelince; Alacağı yoktu zaten zavallının. Hasan Ali Yücel’in milli eğitim bakanlığı döneminde, tercüme bürosunda çalışmaya başlayan şair, Fransızcadan yaptığı kitap çevirilerine ek olarak, Nasrettin Hoca Fıkralarını ve La Fontaine fabllarını da şiirleştirdi. Bu görevinden ayrıldıktan sonra,1949 yılında “YAPRAK” isimli on beş günde bir yayınlanan iki sayfalık bir şiir dergisini çıkardı.   10 Kasım 1950’de Ankara’da, belediyenin kazdığı ve açık bıraktığı bir çukura düşerek başını çarptı. Olayı fazla önemsemedi ve o gün İstanbul’a döndü. Döndükten iki gün sonra, bir arkadaşının evinde öğle yemeği sırasında fenalaşarak hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebini anlayamayan doktorlar, kendisine alkol zehirlenmesi teşhisi ile tedavi uyguladılar. O akşam saat 23,20’de şair, hayatını kaybetti. 16 Kasım’da Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi. 36 yaşındaydı. Halim Şefik, “Otopsi” başlıklı şiirinde, bu ölümü, şöyle anlatıyordu: Morgda açılınca kafatası, Doktor beyler, beyin gördüler. İndirince ten kafesine neşteri, Doktor beyler yürek gördüler. Yürekte ne gördüler dersiniz? Yürekte memleket gördüler, Dünya gördüler; Ama bu işte doktor beyler, Doğrusu geç kaldılar. Çok geç kaldılar... 1941’de başlayıp, 1950’de O. Veli’nin ölümü ile sona eren, “1.Yeni” şiir akımının özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Türk şiirinde süregelen ölçü, uyak, redif gibi bağlayıcı kalıpları ve kuralları yıkarak, kuralsızlığı kural edindiler. Her şeyi şiirde konu edinerek, şairaneliği şiirden uzaklaştırdılar. Tüm söz sanatlarını, terk ederek yalın söyleyişi esas aldılar. Şiiri siyasetin dışına; sokağı ve sokaktaki insanı da şiire taşıdılar. Şiirde mizaha yer verdiler. Karşı oldukları Gelenekçilerle, Nazım Hikmet’in başını çektiği toplumcu – gerçekçiler tarafında çokça eleştirildiler. En büyük destekçileri ise Nurullah Ataç’tı. Her üç şairimizi de bugün bir kez daha, saygıyla ve rahmetle anıyorum. Kız kardeşi Füruzan Yolyapan’dan bir anekdot: “Birgün ağabeyimin bir şiiri yayımlanmıştı. ‘İstanbul’da Boğaziçi’ndeyim / Bir fakir Orhan Veli’yim / Veli’nin oğluyum / Tarifsiz kederler içinde... / Urumeli Hisarı’na oturmuşum / Oturmuş da bir türkü tutturmuşum’ diye giden bir şiir. Babamın arkadaşları da onu kızdırmak için, şiiri götürüp göstermişler. ‘Bak oğlun ne yazmış’ demişler. Babam akşam eve geldi ve abime '‘Oğlum, dedi fukaralığını dünya âleme ilân ediyorsun da beni niye karıştırıyorsun? ‘ şakayla karışık kızmıştı. O gün çok gülmüştük.”  
Editör: Haber Merkezi