Osmanlı Devleti'nin son Dâhiliye Nazırı

Gazeteci Ali Kemal

  İngiltere Başbakanlığına Alexander Boris de Pfeffel Johnson’un seçilmesi tüm dünya gibi ülkemizde de gündem oldu. 19 Haziran 1964 Manhattan, New York doğumlu, Britanyalı muhafazakâr politikacı ve gazeteci, Alexander Boris de Pfeffel Johnson 1 Mayıs 2008 tarihinde Londra Belediye Başkanı seçildiğinde de yine gündemimizi meşgul etmişti. Bu ilginin sebebi Boris Johnson’un, Osmanlı Devleti'nin son Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal'in torunu Stanley Johnson'ın oğlu olması.

İngiltere Başbakanı Alexander Boris de Pfeffel Johnson’un soyağacı

  Osmanlı Devleti'nin son Dâhiliye Nazırı Ali Kemal 1869’da İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Çankırılı varlıklı bir mumcu esnafı olan Hacı Ahmet Efendi, annesi ise Hanife Feride Hanım idi. Ailesinin isteği ile ilkokul döneminde Kuran'ı ezberledi. İlkokuldan sonra devem ettiği okulda haylazlık yapınca okuldan alındı. Bir müddet babasının yanında çalıştı. Daha sonra ortaokul diploması olmamasına rağmen bir tanıdıkları sayesinde ‘Mülkiye’ye kayıt ettirildi. Adı aslında Ali Rıza iken Namık Kemal’e hayranlığı sebebiyle Ali Kemal adını kullandı. Mülkiyeyi bitirdikten sonra Avrupa’ya gitti. Burada Jön Türkler ile tanışarak onlara katıldı. Avrupa’dan yazdığı yazılar Osmanlı Devletinde çıkan gazetelerde yayınlanmaya başladı. 1903 yılında İsviçre'de tanıştığı kendisinden 10 yaş küçük, annesi İngiliz, babası İsviçreli olan Wnifred Brun’a âşık oldu ve bir papazın kıydığı nikâhla evlendiler. Ali Kemal eşine “Fitret” olarak hitap ediyordu. İlk çocukları doğduktan kısa bir süre sonra öldü. Sonra Selma ve Osman Ali doğdular.

Wnifred Brun ve Ali Kemal 1903-Londra

  Ali Kemal ailesiyle birlikte İstanbul’a gelerek Bebek semtine yerleşti. Mülkiye’de tarih dersleri verirken, Hürriyet ve İtilaf Partisinde aktif siyasete de girmişti. 1909 yılında ki 31 Mart ayaklanmasında isyancıları desteklediği iddiası ve sonrasında infaz edilme korkusu ile İngiltere’ye giderek, daha önce buraya gelmiş olan ailesiyle buluştu. Fakat aynı yıl, eşi 26 yaşındayken vefat etti. Ali Kemal bir süre daha İngiltere'de yaşadı. 1912’de çocuklarını kayınvalidesi Margareth'e emanet edip, bir süre sonra yanına alacağını söyleyerek İstanbul'a döndü.  

Ali Kemal’in Kayınvalidesi Margareth ile 

Çocukları Selma ve Osman Ali.

  Fakat Ali Kemal ertesi yıl İstanbul’dan bir kez daha sürgün edilince kendi isteği ile Viyana gider. Bu sürgün uzun sürmez dört ay sonra affedilir ve tekrar İstanbul'a döner. Birinci dünya savaşının çıkması ve sonunda İstanbul’un işgali nedeniyle Ali Kemal çocuklarını İngiltere’den getiremedi. Anneanne Margareth torunlarını İngiliz geleneklerine göre yetiştirdi. Osman Ali’nin adını Wilfred olarak değiştirdi. Wilfred askerliği seçti. Pilot olarak II. Dünya savaşında gösterdiği başarılar nedeniyle İngiliz Üstün Liyakat Madalyası aldı. Stanley isminde bir oğlu oldu. Stanley’in oğlu da günümüz İngiltere Başbakanı Alexander Boris de Pfeffel Johnson’dur.  

İngiltere Başbakanı Alexander Boris de Pfeffel Johnson

  Ali Kemal İstanbul'a döndüğünde 44 yaşındaydı ve Viyana’da tanıştığı Tophane müşiri Zeki Paşa’nın 18 yaşındaki kızı Sabiha ile ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten Zeki isimli bir oğlu daha oldu. Ali Kemal’in ölümünden sonra Sabiha oğluyla İsviçre'ye gitmiştir. Zeki burada hukuk eğitimi almış. İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerini öğrenmiştir. Ailesinin itirazına rağmen Ankara'ya gelerek Dışişleri bakanlığının sınavına girerek sınavı kazanmıştır. Sınav sonrası dosyasına kırmızı kalemle “Ali Kemal'in oğlu, sakıncalı, menfi, işe alınması muvafık değildir” notu yazılarak Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sunulmuştur. İnönü menfi ve muvafık değildir yazısının üstünü çizer, müspet ve muvafakat ediyorum yazarak imzalar. Ali Kemal'in oğlu Zeki Kuneralp Paris, Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliği ile Dışişleri bakanlığı müsteşarı olarak görev yaptı. Madrid'de Ermeni terör örgütü Asala'nın saldırısına uğramış, makam otomobilinde eşi Necla Kuneralp, bacanağı emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve İspanyol makam şoförü Antonio Torres hayatını kaybetmiştir.  

Ali Kemal’in ikinci eşi Sabiha Hanımdan olan oğlu Zeki Kuneralp

 

Ali Kemal

  Ali Kemal Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası Son Osmanlı kabinelerinde Maarif ve ardından Dâhiliye (İçişleri) Nâzırlığı yaptı. Temizliği sever ve temiz giyinirdi. Alkolü sevmez, kumarı çok severdi ama kâğıt oyunlarında beceriksizdi. Ali Kemal, baskıcı ve zalim gördüğü ve millî değerlere uzak bulduğu İttihat ve Terakki’nin amansız düşmanıydı. Bu nedenle Gazetesi kapatıldı. Ders vermesi yasaklandı. Sürgün edildi. İttihatçılar düştükten sonra dönebildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında Peyam-ı Sabah gazetesindeki yazıları ile İttihatçıların bir devamı ve âleti olarak gördüğü ve inanmadığı Ankara hükümetine olabildiğince karşı çıktı. Peyam, Ali Kemal’in, adını gazetesine verecek kadar çok sevdiği yeğenidir. Kız kardeşi Emine Münevver ile ileri gelen İttihatçılardan Hüseyin Kazım Kadri Bey’in kızıdır.

Ali Kemalin “Peyam” gazetesi ile Mihran Efendi’nin sahibi olduğu “Sabah” gazetesinin,

Birleşmesi sonucu 12 Ocak 1920 ile 11 Eylül 1922 tarihleri arasında

İstanbul’da yayınlanan “Peyam-ı Sabah” gazetesinin logosu

  Ali Kemal İngilizlere direnmenin çare olmadığını düşünüyordu. Anadolu Hareketinden nefret ediyor, bu hareketi milletin başına belâ olarak görüyordu. Saray'ın Mustafa Kemal ile anlaşma ihtimali dahi onu çıldırtıyordu. İstanbul'daki Tevfik Paşa hükümetinin Mustafa Kemal ile anlaşma zemini aradığının duyulması üzerine sert bir yazı yazmıştı.  Milli Mücadeleye düşmanlığı nedeni ile Kurtuluş Savaşı karşıtı yazılar yazdı. Ali Kemal İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucusuydu. Ermeni Mihran (Nakkaşyan) Efendi ile Peyam-ı Sabah gazetesinde ortak olması ve Amerikan kışkırtması ile Doğu’daki şehirlerimizi altın karşılığında Ermenilere satmamızı önermesi üzerine, adı Artin Kemal olarak telaffuz edilmeye başlandı. Ali Kemal, yazılarını İnönü zaferinden sonra biraz yumuşattı. İttihatçı manevrası olarak gördüğü Anadolu hareketi lehinde yazılar yazdı. Kurtuluş savaşının kazanılacağını anladığı günlerde ‘Yanılmışız’ diye son bir ‘makale’ dahi yazdı. Ama bu geri dönüşleri onun yaptıklarını unutturmadı. Eşi ve dostlarının kendisine ülkeyi terk etmesi yönündeki tavsiyelerine karşı çıkarak; “31 Ayaklanmasında ülkemden ayrıldım ve o hatayı bir kez işledim” diyerek İstanbul’dan ayrılmayı istemedi. Fakat ayrılmak istememesinin temel sebebi hala İstanbul’da güvenliği elinde tutan İngilizlerin gücüne güvenmesiydi. Ali Kemal’in 10 Eylül 1922’de gazetedeki son yazısı yayınlanır. Kurtuluş savaşında Kuvay-ı Milliye hareketinin zaferini gören Ali Kemal’in “Artin Kemal” diye anılmasına yol açan Ermeni Mihran (Nakkaşyan) Efendi, ortak olarak çıkardıkları Peyam-ı Sabah gazetesi ile hemen ortaklığı bozarak kendi adına Sabah gazetesini çıkartmıştır. Mihran Efendi Sabah gazetesinde eski dava arkadaşını hemen eleştirmeye başlamış Ali Kemal’in fikirlerine hiçbir zaman katılmadığını yazmıştır. Bu dönemde, Ankara Hükümeti Esat Paşa’ya Ali Kemal’in ‘tevkif edilme’ emrini verdi. İstanbul’da veya nerede bulunursa yakalanacak, Anadolu yakasına geçirilip İzmit’ten trenle Ankara’ya getirilerek yargılanacaktı.  

Büyük Kulüp (Cercle d'Orient) binasının Günümüzdeki durumu

  İstanbul'un güvenliği hâlâ işgal kuvvetlerinin sorumluluğunda olduğundan Ali Kemal rahat hareket ediyordu. Beyoğlu’nda oturduğu Zeki Paşa apartmanından bir öğleden sonra çıkarak saat iki civarında Beyoğlu'ndaki Büyük Kulüp (Cercle d'Orient) binasının altında bulunan, her zaman tıraş olduğu berbere girdi. Komiser Cemil, sivil polisler Mazlum, Mehmet ve Emin Ali Kemal’i takip etmektedirler. Komiser Cemil ve polis Mazlum berbere girerler. Komiser Cemil, Ali Kemal’e yaklaşıp kulağına ‘Sizi Refet Paşa istiyor’ deyince Ali Kemal ‘Tıraş olayım gideriz’ cevabını verir. Ali Kemal sakal tıraşı bitince, berbere parasını öder ve ani bir hareketle berberden dışarı çıkarak ‘Ey millet! Burası orman mı, dağ başımıdır? Beyoğlu’ndan adam kaldırıyorlar!’ diye bağırmaya başlar. Komiser Cemil ve polis Mazlum tarafından yakalanmasına rağmen onlardan kurtulmak için ellerini tırnaklayıp kan içinde bırakır. Polisler İngiliz askerlerine yakalanma endişesi ile gelen çift atlı bir arabaya itekleyip hareket ederler. Ali Kemal’i Polis Mazlum’un Samatya Mektep Sokaktaki kiralık oturduğu eve getirip altı saat burada bekletirler. Karanlık basınca bir otomobille Samatya iskelesine götürüp bir kayığa bindirirler. Kayık küçük olduğundan polisler Mehmet ve Emin sahilde kalırlar. Ali Kemal ‘Hani beni Refet Paşa’ya götürecektiniz, nereye gidiyoruz?’ diye sorar: Ankara’ya cevabını alır. Zorlu bir deniz yolculuğundan sonra İzmit İskelesine yanaşırlar. İzmit’ten Ankara’ya kalkacak trenin hareketine iki saat olması nedeniyle Ali Kemal’i Merkez Kumandanlığına götürürler. Ali Kemal o gece eve gelmeyince eşi Sabiha Kemal Hanım, çaresizlik içinde polise değil, İngiliz Sefaretine gider. Fevkalade komiser yerinde olmadığından görüşemez. Eşinden kısa bir süre sonra sefarete Ali Kemal Bey'in kaçırıldığını duyan dostları Rıza Tevfik ve arkadaşları gelirler. Sabiha Kemal Hanım’ı teskin edip, İngiltere Sefareti Baş tercümanı Mr. Ryan ile görüşürler. Mr. Ryan daha onlar söze başlamadan, rahat bir tavırla; “Sanırım dün akşamki üzücü olayla ilgili olarak geldiniz. Ayrıntıları bilmiyoruz ama araştırıyoruz.” Baş Tercüman lafı dolandırmakta ustadır. Akıcı bir Türkçe ile yaptığı konuşmasında, Ali Kemal konusunda artık yapılacak bir şeyin kalmadığını ima eder. Alaycı bir dille “Kehanet sahibi değiliz ki olayları gerçekleşmeden önce bilelim. Siz, kendisinin nerede olduğunu biliyorsanız söyleyiniz. Oraya iki tabur asker gönderip kurtaralım.” Rıza Tevfik Mister Ryan’ın yanından çıktıktan sonra beklemekte olan Ali Kemal’in eşi Sabiha Kemal Hanımı bulur. Onu teskin edici sözler söyler. Daha sonraki yıllarda gerçeği söylemediği ve ikiyüzlü davrandığı için de insanlığından utandığını nakletmiştir. İngiliz Sefaretinde Ali Kemal ile ortak bir gazete çıkarmak için işbirliği yapan İstanbul Mebusu Rum Kozmidi Bey, Rıza Tevfik ile karşılaşır. Üzüntüsünü ifade ederek, “Zavallı Ali Kemal’e yüreğim yandı. Eminim ki şimdiye kadar sağ bırakmamışlardır. Bizleri kurtarmak için Hazreti İsa gibi kendini kurban etti. Artık hiçbirimiz İstanbul’da barınamayız. Bir an önce yurtdışına çıkarsak sevineceğim” demesi tüm Milli Mücadele karşıtlarının, Ali Kemal’in kaçırılması nedeni ile büyük bir korku içinde olduğunu göstermektedir. İzmit’te bu dönemde Birinci Ordu bulunuyordu. İstanbul’a karşı harekete geçmesi ihtimali bulunan Birinci Ordunun komutanı ise Nurettin Paşa idi. Nurettin Paşa Ali Kemal’in polislerle birlikte kendisine getirilmesi istedi. Bu emir üzerine on süngülü asker, ortalarına aldıkları Ali Kemal’i iki sivil polisle birlikte günümüzde hükümet konağı olarak kullanılan ve şehirde “Saray” diye bilinen “kasra” yani Nurettin Paşa’nın İzmit istasyonunun yakınındaki karargâhına götürdüler. Burada ilk ifadesi ‘sorgu hâkimliği’ yapan hukukçu yedek subay Necip Ali Bey (Küçüka) tarafından alındı. Sorgulama devam ederken Nurettin Paşa Ali Kemal’in yanına getirilmesini emretti.

1.Ordu Komutanı Nurettin Paşa

  Ali Kemal Nurettin Paşa’nın odasının önündeki geniş salona götürüldü. Salonda evraklarını imzaya getirmiş olan çeşitli rütbelerde şube müdürleri bekliyorlardı. Kısa bir süre sonra Nurettin Paşa odasından çıkınca Ali Kemal ayağa kalktı. Paşa beklenenin aksine ayağına kapanmayan, solgun ama vakur durmaya çalışan Ali Kemal’in yüzüne bakarak sert bir ifade ile "Artin Kemal sen misin?" diye sordu. "Hayır, Paşa Hazretleri adım Ali Kemal. Ben Artin Kemal değilim." Diye cevap verince kısa bir sessizlik olur. Bu cevap Nurettin Paşa'yı şaşırtmış ve öfkelendirmişti.  "Yazdıklarından dolayı pişman mısın? O kötülükleri niye yaptın?" der. Ali Kemal "Ben inandıklarımı yazdım. O zaman bu hareketi memlekete kötülük olarak görüyordum. Demek ki yanılmışım." Diyerek soğukkanlı bir cevap verir.  Nurettin Paşa; “Bilgili ve aydın bir adam bir suç işlerse, sence, aynı suçu işleyen bilgisiz bir adamla aynı cezaya mı çarptırılır? Yoksa cezaları farklı mı olur?” Ali Kemal hiç düşünmeden; Elbette, bilgili ve aydın kişinin cezası daha ağır olması gerekir.” Dedi. Nurettin Paşa “o halde seni askeri mahkeme huzuruna sevk edeceğiz. Dedi. Ali Kemal “Ben adaletin karşısına çıkmaya hazırım” Deyince, Nurettin Paşa sesini yükselterek; "Bu kadar yeter, tamam kes, bunları mahkemede anlatırsın, götürün bu adamı." Diyerek Ali Kemal’i huzurundan sorgu odasına yolladı. Ali Kemal, Necip Ali Bey (Küçüka) tarafından tekrar sorguya alınırken, Nurettin Paşa Birinci Ordu Haber alma Şubesi başkanı Rahmi Apak’ı yanına çağırır ve ona  ‘Şimdi sokaktan birkaç yüz kişi bulup kapının önünde topla. Kapıdan çıkarken Ali Kemal’i linç etsinler! Emrini verir. Ali Kemal’in Milli Mücadele davasına karşı büyük ihanet ettiğini bilmekte ve yargılanacağı askeri mahkemenin Ali Kemal’e ölüm cezası vereceğini kanaat etmektedir. Buna rağmen, ölümünün kanun dışı yapılmasına taraftar değildir. Nurettin Paşa’nın bu emrini kendisi yerine getirmek istemez. Rahmi Apak, I. Dünya savaşında tanıdığı ve emekli olan Alaydan yetişmiş Kel Sait ismindeki inzibat yüzbaşısı çağırtır ve ona ‘Nurettin Paşa’nın yanına git, sana önemli bir emir verecek.’der. Aradan bir süre geçtikten sonra Kel Sait Ali Kemal’in sorgusunun yapıldığı yarı açık kapıdan Rahmi Apak’a ‘her şey tamam’ işaretini verir. Rahmi Apak’ta Necip Ali Bey’e ‘Ali Kemal Beyefendi’yi alarak askeri cezaevine götürmesini’ söyler. Necip Ali Bey, Ali Kemal’i askeri cezaevine götürmek için Saray’ın bahçesine çıktığında Saat kulesinin yanında insan kalabalığını görür. Ama olaydan haberi olmadığından yoluna devem eder. Ortam gergindir. Kalabalıktan küçük bir çocuğun attığı taş gözlüğüne isabet edince, Ali Kemal ‘Ayıp!’ der demez, bir taş yağmuru başlar. Bazı adamların elinde parlayan bıçaklar vardır. Ali Kemal yere düşerken, sorgu hâkimi yedek subay Necip Ali Bey (Küçüka)’nın beline de iki büyük taş parçası gelir ve yaralanır. Ali Kemal kargaşada Necip Ali Bey (Küçüka)’nın ceketine tutunmuş ‘Aman beni kurtar!’ diye bağırmaktadır. Necip Ali Bey, bir hamle ile ceketinden sırtından atar. Halkın saldırısından kalpağı düşmüş ve yüzü şişip morarmış bir halde kurtularak karargâha sığınır. Telaş içinde Rahmi Apak’ın odasına girerek; Beyefendi, Ali Kemal’i öldürüyorlar!’ diye bağırınca. Rahmi Apak sakin bir şekilde: ‘Otur yerine. Yahu öldürüyorlarsa sana ne?’ deyince de afallar ve kızgın kızgın bakarak, ‘Bu işi bana neden daha önce söylemediniz? Beni de mi öldürtmek istiyorsunuz? Diye söylenir. Elleri bıçaklı, taşlı ve demirli insanların saldırısında Necip Ali Bey ceketini bırakıp kurtulduğu anda, Ali Kemal’in beline uzun bir bıçak sokulunca acı ile haykırmış ve yere düşmüştür. Yerde taş ve tekmeler ile 6 Kasım 1922 günü hayatını kaybeder. Toplanmış kalabalık, Ali Kemal’in üzerindeki elbiselerini, yüzüğünü, altın saatini ve ceplerindeki bulunanları alır. Cesedin ayaklarına ip bağlayıp sürüklerler. Cesedini köprünün başındaki bir ağaca asarlar.   Aynı gün, Lozan Konferansı’na giden ismet İnönü trenle İzmit’ten geçecekti. Nurettin Paşa, Ali Kemal’in cesedini istasyonun yanındaki küçük köprünün üstüne bir sehpa kurdurarak astırır.

Ali Kemal’in darağacındaki cesedi

  İnfazın üzerinden yedi sekiz saat geçtikten sonra İsmet Paşa maiyeti ile birlikte, akşamüstü İzmit’e girdiğinde sehpada sallanan naaşı görür. Bu tür şiddet manzaralarından nefret ettiği için "Kim bu?" diye sorunca. Gazeteci Ali Kemal olduğunu söylerler. İsmet Paşa çok kızar. O zaman yaveri kulağına eğilip kimin yaptığını söylemiştir. Lozan heyetini İzmit’te karşılayan Nurettin Paşa’nın yanındakiler ‘Artin Kemal tepelendi’ diye bağırıyorlardı. Birkaç adım ilerideki Ali Kemal’in cesedinin üzerindeki kartonda ‘Din ve vatan haini’ yazıyordu. Nurettin Paşa heyete “İşte, milletimize ihanet edenlerin cezası” derken İsmet Paşa gergin bir yüzle cesede bakıyordu. Heyet buradan sessizce ayrılarak Belediye Dairesi’ne gitti. İsmet Paşa o gün, sehpada sallanan mevtanın oğlu ile sonraki yıllarda Cumhurbaşkanı olarak karşılaşacağını ve o çocuğun yaşamını değiştirecek bir karara imza atacağını bilemezdi. Ali Kemal’in 6 Kasımda öldürülmesinin hemen ertesi günü eski ortağı Ermeni Mihran (Nakkaşyan) Efendi Sabah gazetesini kapatmış ve Avrupa’ya kaçmıştır.
Editör: Haber Merkezi