Nazım Hikmet: (1902 Selanik / 1963 Moskova) … Abidin Dino: (1913 İstanbul / 1993 Paris) … İstanbul’da başlayan, hapishanelerden ve sürgünlerden geçerek, gurbet ellerinde son bulan iki hayat. Sanat ve edebiyat dünyamıza derin izler bırakan bu iki büyük insan…
Nazım Hikmet
Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllarda yazdığı, denizcilerle ilgili bir şiir, dedesinin ilgisini çekince, Heybeliada Bahriye Mektebi’ne kaydedildi. Hamidiye gemisinde stajyer subay olarak 3 yıl görev yaptıktan sonra 1921 yılında ailesinden gizli Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere arkadaşı Vala Nurettin ile birlikte Anadolu’ya geçti. Cepheye gönderilmeyince Batum üzerinden Rusya’ya gitti ve orada komünist düşünce ile tanıştı. Üç yıl sonra, Türkiye’ye döndü. Rusya’da edindiği yeni fikirleri ve toplumsal gerçekçi çizgideki şiirleri yüzünden devlet tarafından tehlikeli görülerek takibe alındı.
Abidin Dino
Aynı dönemlerde, Cenevre’den Paris’e uzanan çocukluk döneminin ardından İstanbul’a gelerek Robert Kolej’e kaydoldu. Ailesi toprak zenginiydi; fakat Birinci Dünya Savaşı sonrasında, o eski zenginlikten pek eser kalmamıştı. İki yıl sonra kolejden ayrıldı. Hat sanatı ile minyatür üzerinde yoğunlaştı.
1931’de Nazım Hikmet’in “Sesini Kaybeden Şehir” adlı şiir kitabını resimledi. Bu vesile ile hayatları kesişen bu iki insan arasında başlayan dostluk, ölümlerine kadar devam etti. Nazım 1933’te 1,5 yıl yattığı Bursa cezaevine 1940’ta 12 yıl daha yatmak için, yeniden dönerken, Abidin Dino da siyasi düşünceleri yüzünden 1941’de önce Çorum’a, ardından Adana’ya sürüldü. 7 yıl süren bu sürgünde yolu, yazarlığa yeni yeni adım atmaya başlayan 20’li yaşlardaki Yaşar Kemal’le kesişecekti.
1951’de Nazım Hikmet gizlice Moskova’ya doğru yola çıktıktan bir yıl sonra, Abidin Dino da Paris’in yolunu tutacak ve oraya yerleşecekti. Nazım; Polonya, Küba diyerek dünyayı dolaşırken, Paris’e her uğradığında Güzin ve Abidin çiftinin evinde kalacak, ayrılık anlarında da mektuplaşmalar devam edecekti.
Şimdi gelelim şu “mutluluğun resmi” olayına. Paris’te bir otel odasında üç kişi: Nazım Hikmet, sevgilisi, Vera ve Abidin Dino… Vera çoktan uyumuş, Nazım ve Abidin ise çatı katındaki o küçük otel odasının, Sen nehrine bakan penceresi önünde oturmakta. Nazım; “Saçları saman sarısı, kirpikler mavi” diye betimlediği eşi Vera için, en güzel aşk şiirlerinden biri olan o ünlü “Saman Sarısı” adlı şiirini yazmaya çalışıyor, Abidin ise önündeki kâğıtlara bir şeyler karalıyor. Nazım, o şiirin bir yerinde şöyle seslenir:
“Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama.
Al yanaklı bebesini emziren gül yüzlü anneciğin resmini değil.
Ne de ak örtüde elmaların.
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini.
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortasındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm gam yemem gayrının
Resmini yapabilir misin Üstat!
Abidin Dino, şair değil. O, ressam, karikatürist, yazar ve film yönetmenidir. Fakat daha sonraları Nazım’ın o dizelerine bir şiirle karşılık verir. İşte o şiirden bir bölüm:
…….
Gidebilseydik Meserret kahvesine
İlk tanıştığımız yere.
Ve bir acı kahvemi içseydin
Anlatsaydık
O günlerden, geçmişten, gelecekten.
Ne günler biterdi
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle.
Bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş
Sürgün yerlerimiz Cennet.
İşte o zaman Nazım
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi
Ne boya…
Bu yazıyı, ünlü yazarımız Yaşar Kemal’in; “Demirciler Çarşısı Cinayeti” (1998) ile “Yusufçuk Yusuf”(1999) adlı romanlarında ilk ve son cümle olarak kullandığı o güzel sözü ile bitirelim. “O İYİ İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNİP ÇEKİP GİTTİLER”