Tıp bilimiyle uğraşan insanlar tarafından  yaklaşık 300 yıldır, insandan insana ve hayvandan insana organ nakilleri denenmekle birlikte, yaşanan doku redleri ve hızla ortaya çıkan ölümlerden dolayı umulan yarar elde edilememiştir. Ancak gelişen tıp, son 50 yıldır, bağışıklık yanıtı, doku reddi gibi sorunları büyük ölçüde çözmüş ve başarılı doku ve organ nakilleri başlamıştır. Ülkemizde de uzun yıllardır doku ve organ nakilleri yapılmaktadır. Birçok farklı uygulamadan sonra ,2012 yılında, organ ve doku nakli hizmetleri  yönetmeliği  yayınlanmış ve bu uygulamalar, yasal dayanakla yürütülmeye başlanmıştır. Tüm kamu hastaneleri organ ve doku bağışı başvurularını kabul edip, kişileri kayda almakta ve bağışçı kartlarını vermektedirler. Vefat sonrasında, ailelerinde onayı alınarak (bu onay  yasal olarak zorunludur)  bağış gerçekleştirilir. Ulusal anlamda, merkezi olarak ve titizlikle yapılan takip,  planlama dahilinde en uygun ihtiyaç sahibine doku ve organlar ulaştırılıp ,nakilleri yapılmaktadır. Türkiye’de son bir yılda 10.000 e yakın doku ve organ nakli büyük bir başarı oranıyla yapılmış, ancak 30.000 e yakın hastada hala bağış beklemektedir. (Bu rakamlar her gün değiştiği için yuvarlatılarak ve yaklaşık olarak verilmiştir.) Tabii bir de Tıp fakültelerinin, eğitim materyali olarak değerlendireceği bütün kadavralar (batı dillerindeki  ‘’cadaver’’  den dilimize girmiş olup, cansız, bütün ve inceleme için hazırlanmış insan bedenidir.) ve kadavra bağışları var. Anatomi derslerinde (normal insan vücudunun tüm hücre, doku ve organlarını çok ayrıntılı anlatan, belki de en temel tıp dersi)  eğitim, bu bedenler  sayesinde yürütülür.  Bağışçılar ‘’ tıp eğitimi’’ ne destek olmak gibi çok ‘’ulvi’’ ve saygı duyulacak bir fonksiyon üstlenmişlerdir. Tüm Tıp Fakültelerimizde yılda 500 kadar ‘’kadavraya’’ ya ihtiyaç varken, bu anlamda bağışlar henüz yılda 10’lu rakamlardadır. Tarihimizde bunun bir örneği Osmanlı döneminde 1852-1887 yılları arasında yaşamış , subay, araştırmacı, çevirmen  ve yazar olan Gürcü kökenli  Beşir Fuad’dır. Mektebi  Harbiye’yi bitirerek subay olmuştur. Daha sonra Sultan Abdülaziz’in yaverliğine kadar yükselmiştir. 1884’de askerliği bırakarak bilim, felsefe araştırma ve çalışmalarına başlamıştır. Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinde yazdı. Haver  ve Güneş dergilerini çıkardı. İngilizce, Almanca ve Fransızca biliyordu. Çok sayıda klasik batı eserini dilimize çevirdi. Annesi  ruh sağlığı sorunları yaşayıp, vefat eden  Beşir Fuad’ın, kendisi de ruh hastası (!) olma korkusuyla yaşamıştır. Ancak bu yaşama uzun süre dayanamayıp  35 yaşında intihar etmeye karar vermiştir. Bileklerini kesip intihar etmeden önce cesedini kadavra olarak Tıbbiye’ye bağışlamıştır. Ölüm sırasında hissettiklerini yazmayı planladı ise de bunu kısmen başarabilmiştir. Tıbbiye’ye yaptığı kadavra bağışı, tarihimizde bu alanda belki de bir ilktir. Ölümünden sonra Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı kitaptan, bu bağışla ilgili Beşir Fuad’ın Tıbbiye idaresine yazdığı dilekçeyi burada aktarıyoruz.       “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Ders Nezareti canib-i alisine…     Saadetlu Efendim Hazretleri,     Ömrümün en kıymetli bir zamanını, fikrimin en büyük kuvvetini fennin itila-yı  şan ve meziyetine sarf etmiş bir muhibbifen olduğumdan, cenazemin de fenne hizmet eylemesi  ehass-ı  amalimdir; binaenaleyh Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede teşrih olunmak ve bu suretle talebelerin ilm-i teşrih öğrenmelerine bir hizmet-i  cüz’iyye  olmak üzere cesedimi teberrüken Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneye terk ve bu arzuma mümanaat olunmamasını dahi suret-i mahsusa vasiyet namemle familyam azalarına tavsiye eyledim.     Ümid varım ki, şu teklifim isaf buyrularak ve son arzumun yerine getirilmesi himem-i aliyeleri mebzul buyrulur. Ol babta ve her halde emr-ü irade hazret-i men-lehü’l-emrindir.                                                 Fi 24 Kanun-ı Sani, sene 302. Beşir Fuad”(*) Ancak bu bağış yerine ulaşamamış, cenazesi ailesi tarafından toprağa defnedilmiştir.    

Beşir Fuad

Ayaz Cami Ve Türbesi Ayaz Cami Ve Türbesi
 

Ömer Seyfettin

    Birde ünlü yazarımız Ömer Seyfettin’in “hazin” vefat hikayesi var. 1884 yılında Gönen’de doğan Ömer Seyfettin 1920 yılında İstanbul Haydarpaşa Hastanesinde “şeker koması” nedeniyle vefat eder. Cenazeye kimse sahip çıkmayınca “kadavra”sı Tıp öğrencilerinin eğitimi için “kısmen” değerlendirilir. Ancak kısa bir süre sonra yazar arkadaşları vefattan haberdar olup, cenazeyi  alarak, İstanbul  Mahmut Paşa haziresinde toprağa verirler.  

Ömer Seyfettin / Kadavra İncelemesi

Diyanet İşleri Başkanlığımızın doku ve organ bağışı konusunda birçok fetvası vardır. Sakıncası olmadığı konusunda birçok kez “icazet” vermişlerdir. Kamu hastaneleri de bu konuda her türlü desteğe hazırlardır. Doku ve organ bağışı bir yakınımıza “organ nakli” gerekince, bir akrabamız “organ ve doku nakli” ihtiyacı duyunca aklımıza gelmemeli, bugün hemen başvurumuzu yapmalıyız. Kime, nerede ve ne zaman “nakil” gerekeceğini asla bilemeyiz. Tıpkı “kan nakli” gibi. Yarın çok geç olabilir…   Dr. Murat Çubukçu   (*)Tıp Hikayeleri. Dr.M.Çubukçu-H.Ersöz-Dr.E.Güzeler
Editör: Haber Merkezi