“Daha önce Eskikaraağaç, Gölyazı ve Fadıllı köylerine, yakında gelecek olan baharın müjdecisi leylekler için 100 adet yuva kurmuştuk. Bugün, Uluabat Gölü çevresindeki mahallelerde 7 adet leylek yuvası daha kurduk.”

Bursa’da leylek deyince akla gelen ilk şey; Karacabeyli Balıkçı Âdem Yılmaz ile Yaren Leyleğin 14 yılı bulan dostluğudur. Fakat her nedense, bu haber bana Ahmet Haşim’in “GURABAHANE-İ LAKLAKAN” adlı kitabını çağrıştırdı. Haşim’in gazete yazılarını ve denemelerini bir araya getirilmesiyle oluşan bu kitapta Haşim şöyle der:

 “Bilmem Bursa’da gezerken gördünüz mü? Haffaflar (ayakkabıcılar) Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, malul (hasta veya yaralı) hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı, bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, halkın sadakalarıyla yaşarlar.”

Gurebahane3

Dünyanın ilk leylek hastanesi olarak bilinen ve “Düşkün Leylekler Evi” anlamına gelen “Gurabahane-i Laklakan, tarihî Irgandı Köprüsü’nün yanında, Osmangazi Belediyesi, Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü’ne bağlı olarak hizmet vermeye devam etmektedir. 19. Yüzyılda başta leylekler olmak üzere sakat ve yaralı göçmen kuşlara bakmak için kurulan ve Türkiye’nin ilk hayvan hastanesi olma özelliğine sahip olan bu hastane, günümüzde, sokak hayvanları yanında, sahipli hayvanlara da hizmet vermektedir.

Sözü buraya kadar getirmişken hadi, biraz da Ahmet Haşim’i anmaya ve anlamaya çalışalım. Ahmet Haşim, 1887 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. Babası Ahmet Hikmet Bey’in, bir Osmanlı memuru olarak Arabistan’da değişik yerlerinde geçen memuriyeti nedeniyle iyi bir ilkokul eğitimi alamadı. Arapça ve Farsça dışında bildiği bir dil yoktu. 12 yaşında iken annesini kaybedince babası ile geldiği İstanbul’da Türkçe öğrenmesi amacıyla önce Numune-i Terakki mektebine verildi.

Daha sonra Galatasaray Sultanisine yatılı öğrenci olarak kaydoldu.  Şiire bu yıllarda yöneldi. Aruz ölçüsüyle yazıyordu. Sembolizm akımının edebiyatımızdaki ilk temsilcisidir. Fecr-i Ati grubu içinde yer aldı. Girdiği Hukuk Fakültesinden erken ayrılıp İzmir Sultanisinde Fransızca öğretmenliği yaptı. Yedek subay olarak Çanakkale Savaşı’na katıldı.

Askerliği bittikten sonra, Güzel Sanatlar Akademisinde “Estetik” ve “Mitoloji”, Mülkiye’de Fransızca dersleri verdi. Hastalandığında, tedavi olmak amacıyla gittiği Frankfurt’ta 4 Haziran 1933’de öldü. Mezarı Eyüp’tedir. Kendisini çirkin bulan ve bu nedenle hiç evlenmeyen Ahmet Haşim, şiirlerinde doğayı, ışığı ve renkleri resim gibi tasvir etmiştir. Kısaca belirtmek gerekirse; kendine; içe kapanık, yoğun hüzün ve karamsarlığın hâkim olduğu bir şiir atmosferi yaratmıştır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” kitabında Haşim’e ayrılan bölümde şöyle yazıyor: “Çanakkale Savaşı sonrasında devletimiz,  zafer destanları yazsınlar diye, bazı şair ve yazarları Çanakkale’ye gönderir. Fakat o savaşı, bizzat yaşamış olan Haşim’i bu listeye almaz. Bağdat doğumlu olması ve Arap oluşu nedeniyle o zamanki milliyetçi çevrelerce dışlanır. Mütarekeden hemen sonra bir lokma ekmeğe muhtaç halde sivil hayata döndüğü vakit başvurduğu bütün kapılar yüzüne kapanır. Şuradan buradan  ‘Senin Türkiye’de işin ne? Bağdat’a gitsene!’ gibi laflar kulağına gelmeye başlayınca; ‘ öyle ya’ diyecekti. ‘Harp olur, Ahmet Haşim vatan müdafaasına çağrılır. Sulh olur, vatandan kovulmak istenir.”

Yakup Kadri şunu da ekler: “ Fakat buna rağmen, o büyük Türk şairi, her zorluğa katlanarak; kültürüyle, kalbiyle bağlı olduğu bu vatandan ayrılmayacak ve –bunu belki kimse bilmiyordu- Irak hükümeti tarafında kendisine vaat edilen bütün refah imkânlarını reddederek bir küçük iaşe memurluğunun daracık geçim şartları içinde yaşamayı uygun bulacaktı.”

ESERLERİ: Şiir: 1. Piyale. 2. Göl Saatleri. / Denemeleri: 1. Gurabahane-i Laklakan 2. Bize Göre / Gazi yazısı: Frankfurt Seyahatnamesi.

             MERDİVEN ŞİİRİ

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak.

Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak.

 

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta,

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta.

 

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller.

Lalaşahin Paşa Türbesi… Lalaşahin Paşa Türbesi…

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller.

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

 

Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta;

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

                                   Ahmet Haşim