İnsanoğlunun hastalıklarla mücadelesinin tarihi binlerce yıl öncesine gider. Başlangıçta tedaviler çeşitli bitkiler, doğaüstü güçler, büyü, telkin, vb. uygulamalarla yürütülürdü. Hekim kavramının belki de en eski ifadesi Homeros’un yazdığı İlyada destanındadır. Bu destan M.Ö. 7-8. yüzyılda yazılmıştır. Destanda hekim Asklepius’tan bahsedilir. Uluslararası tıp ambleminin de kaynağı olan, yılanlı bastonuyla dolaşan, ünlü ve güçlü hekim Asklepios. Bir de Hipokrat var tabii. Tıp mensuplarının mesleğe adım atarken andını okudukları ‘’Hipokrat’’. Milattan 5 yüzyıl önce yazılan bu andın orijinal metni; “Hekim Apollon, Asklepios, Higiya, Panacea üzerine ve bütün Tanrı ve Tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki yeteneğim ve gücüm elverdiğince bu ant ve sözleri tutacağım: Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım, ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşim gibi bakacağım ve öğrenmek isterlerse bu sanatı ücretsiz öğreteceğim; ilaç reçetelerini, şifai bilgileri ve diğer bilgileri sadece ve sadece kendi evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekimlik kurallarına uygun sözleşmeyle bağlı ve ant içmişlere öğreteceğim. Yeteneğim ve hakimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim. İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim; benzer şekilde gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım. İç organlarındaki taşı keserek almayı, hastalığı çok açık olan hastalarda bile, işin ehli olan(cerrah)lara bırakacağım. Hangi eve girersem gireyim, bütün kasıtlı kötülük ve suistimallerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan kaçınarak, sadece hastaya yardım için gireceğim. Gerek sanatımın icrası sırasında gerekse insanlarla gündelik ilişkideyken edindiğim bilgileri ortalığa saçmayacağım, bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım. Bu yemine sadık kalırsam hayatımı ve mesleki uygulamalarımı insanların tümünden ve her zaman saygı görerek mutlulukla sürdüreyim ama ona ihanet eder ya da çiğnersem tam tersini yaşayayım.” şeklindedir ama bu yıllarda okunan çok değiştirilmiş ve özetlenmiş bir halidir. ‘’Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak suretle saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhinde kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.’’ Ancak ant yine de ‘’Hipokrat Andı’’dır. Bizim tarihimizde tıp ‘’İbn-i Sina’’ ile başlar. M.S. 980 yılında Özbekistan’da doğmuş, 57 yıllık ömrüne tıp ve felsefe alanında 200 kitap sığdırmıştır. Tıpla ilgili yazdığı ‘’Kitab-ı Şifa’’ ve ‘’El Kanun Fit-Tıb’’ kitapları birkaç yüzyıl öncesine kadar Avrupa’da ve Asya’da temel tıp kitabı olarak okunmuştur.

İbn-i Sina

"Organ Bağışı" ve "Organ Kardeşliği" "Organ Bağışı" ve "Organ Kardeşliği"
  Günümüzden yaklaşık iki asır önce (14 Mart 1827 tarihinde) 30.Osmanlı padişahı II.Mahmut döneminde, hekimbaşı Mustafa Behçet’in  büyük katkılarıyla Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire kurulur. İstanbul Şehzadebaşı semtindeki Tulumbacılar konağında açılan bu kurumlar, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı sayılır. ‘’14 Mart Tıp Bayramı’’ olarak ilk kez bu açılıştan esinlenerek 14 Mart 1919 tarihinde kutlanır. O günlerde İstanbul işgal altındadır. Tıp öğrencileri, arkadaşları Hikmet Baran’ın öncülüğünde bir araya gelmişler ve İstanbul’un işgalini protesto etmişlerdir. Kurtuluş Savaşı sırasında da bir çok hekim ve tıp öğrencisi eğitimini yarıda bırakarak cephelere koşmuş, yaralı veya hasta bir çok askerimizi tedavi etmiş, kurtarmışlardır. Ülkemizin işgallerden kurtulması ve bağımsızlığı yolunda yaralanmışlar, gazi ve şehit olmuşlardır. Cumhuriyet döneminde de devam eden 14 Mart kutlamaları yaklaşık 100 yıldır sürmekte ve hekimler yılda bir gün de olsa gündem olmaktadırlar. Ancak ‘’tıpta bayram’’ 14 Martlarla anlatılamaz, sınırlanamaz, tanımlanamaz.   Öğrenci tıp fakültesine girdiği gün tıpta bayramdır. Komşu teyzeler bile kutlama ziyaretine gelir. ‘’Evladımız’’ doktor olacak, bütün mahallenin hastalarına bakacaktır. Diploma günü tıpta bayramdır. Çalışmaya başlanacak, para ve itibar kazanılacaktır. Sınıf atlanacak, sosyal statü değişecektir. Atanma, mecburi hizmet, ihtisas, düğün, dernek, cemiyet hepsi birer bayram gibidir. Ama tıpta asıl bayram, hekimin baktığı her hastanın iyileştiği gündür. Sağlıklı doğan her bebek, operatörün başarılı geçen her ameliyatı bir bayramdır, tıp mensupları için. Hekimlerin hastaları, hastaların ve yakınlarının hekimleri anladığı zamandır tıpta bayram. Virüslerin tozu dumana kattığı bir ortamda bile, karşılıklı anlayışın ve hoşgörünün belirleyici olduğu günlerdir… İnsanın insana, komşunun komşuya, hastanın hekime sarılabildiği sevginin, saygının, dayanışmanın günleri, ayları ve yıllarıdır bayram…   Dr. Murat Çubukçu

Editör: Haber Merkezi