Günümüzden yaklaşık 2400 yıl önce ünlü hekim Hipokrat, eski Grekçede ‘’yengeç’’ anlamına gelen ‘’karkinos’’ dan ‘’kanser’’ kelimesini türetti. Yengecin sert kabuklu bir ana gövdesi ve yanlara uzanan, uçları sivri ve delici kolları vardı. Hipokrat insanlarda, gözlem ve muayene ile fark ettiği, istenmeyen kitleleri(tümörleri) böyle yorumlamış, böyle adlandırmıştı.

Hipokrat

Hipokrat, insan vücudunu hassas bir dengeyle bir arada duran, dört sıvının birleşimi olarak tanımlamıştı. Bunlar kan, balgam, sarı safra ve siyah safraydı. Hipokrat’tan yaklaşık 500 yıl sonra yine ünlü bir grek hekim olan Galen, kanseri ‘’siyah safra’’ nın fazlalığına bağlamıştı. O dönemlerde ilginç bir şekilde ‘’melankoli’’ diye adlandırılan ‘’depresyon’’ da siyah safranın vücut içinde yayılmış ve gizlenmiş hali olarak tanımlanıyordu. ‘’Melan’’(siyah),’’khole’’(safra) demekti. Melankoli terimi de böyle türetilmişti. İnsanoğlu (ve tabii hekimler), yüzyıllarca buna inandı. Sağlığı ve hastalığı bu dört sıvının dengesi ve dengesizliğiyle anlamaya, yorumlamaya, tedavi etmeye çalıştılar. ‘’Yengeç’’(kanser) hastalığı da dahil. Ünlü hekimimiz İbn-i Sina’da yazdığı ve yüzlerce yıl Asya ve Avrupa’da birçok tıp okulunda ders kitabı olan ‘’Tıbbın Kanunu’’ kitabında tümörlerden ve bunlardan korunmak, tedavi olmak için incir ile zeytinyağının yararından bahsetmiştir.

İbn-i Sina

18. yüzyıla gelinceye kadar ‘’tıp’’ bu dört sıvı arasında çalkalandı durdu. Vesalius ve Baillie isimli ‘’anatomistler’’ dönemlerine göre çok başarılı ‘’anatomi’’ (normal vücut yapısı) ve ‘’pataloji’’ (hastalıklı doku ve organ) çizimlerini ortaya koyduklarında, neredeyse 2000 yıldır anlaşılmaya ve yorumlanmaya çalışılan başta ‘’siyah safra’’ olmak üzere bu dört sıvı yavaş yavaş, bir anlamda vücuttan çekildi ve tarihin derinliklerinde kayboldu. Ama kanserler hala sahnedeydi. 19.yüzyılın sonuna doğru, Amerika ve Avrupa’da kanserli dokulara (başta meme olmak üzere) ve organlara yönelik, birçok ‘’cerrahi’’ yöntem denendi. Tümör kesilip çıkartılıyordu. Ancak vücutta kalan  (kalma ihtimali yüksek olan) birkaç hücre bile çok kısa zamanda yakın dokularda yeniden ‘’kanser’’ ler oluşturmaya devam ediyordu. Daha derin (radix=kök, teriminden adı türetilen) ‘’radikal’’ ameliyatlar da yapıldı ama faydasızdı. Üreme ve ‘’uzak dokulara yerleşme’’ (metastaz) devam ediyordu. Üstelik  ‘’lösemi’’  (leukos=beyaz demektir. Aşırı çoğalan ama hiçbir işe yaramayan, bağışıklıkla ilgili görevini yerine getiremeyen, vücudu koruyamayan beyaz kan hücreleri [akyuvar] dolayısıyla leukemia=lösemi şeklinde adlandırılmıştır)  olarak bildiğimiz kan kanserlerinde cerrahinin işe yarama ihtimali hiç yoktur. 20. yüzyıla gelindiğinde ise 1.ve 2. Dünya savaşlarında kullanılan ‘’hardal gazı vb.’’ (ki bunlar hücreleri öldürerek birçok insanın yok olmasına veya kronik hastalıklarla yaşamasına sebep olmuşlardı )  kimyasallardan  ve yine savaşta kullanılan ‘’radyasyon’’ dan esinlenerek, kanserli hücrelerin kimyasallarla ve radyasyonla öldürülmeleri denemeleri yapıldı.

Radyasyon Tüpü

  60-70 yıldır tek tek veya çok çeşitli kombinasyonlar şeklinde yüzlerce kimyasal denendi, kullanıldı ve denenmeye, kullanılmaya devam da ediliyor. Bunu ‘’kemo=kimyasal’’, ‘’terapi=tedavi’’, kemoterapi şeklinde adlandırmayı ve kullanmayı sürdürüyoruz. Yine savaşların insanlığa, çok çok büyük bedeller ödenmiş bir armağanı olan ‘’ışınları’’ da vererek kanser hücrelerini yok etmek ,üremesini durdurmak amacıyla yapılan ‘’ışın tedavileri’’ de her gün biraz daha geliştirilerek varlığını sürdürmeye devam ediyor. Tabii cerrahide yetenekli eller ve gözler sayesinde ‘’kanserin ana odağını’’ ortadan kaldırmak, ya da kolostomi (kalın bağırsakla ilgili müdahale) vb. amaçlarla günümüzde de eşsiz değerde. Cerrahlar ,onkologlar ve radyasyon onkologları güçlü bir dayanışmayla kanserlerle mücadeleyi sürdürüyorlar. Kanserle ilgili bugün için, kamu ve özel kuruluşlar eliyle çok sayıda önleyici, uyarıcı, bilgilendirici kampanyalar, çalışmalar yürütülüyor. Basın, yayın, pankart, duvar afişi, hatta ‘’sigara paketleri’’ ne kadar. Bu çok uzun soluklu bir mücadele.  Bilim insanları milyonlarca deney, milyonlarca araştırma daha yapacaklar. Nobel ödüllü Aziz Sancar hocamız ve daha birçokları, DNA (hücrenin beyni) nın, RNA’nın şifrelerini çözecek,  kötü hücreleri ,iyileri öldürmeden, yok edecek formülleri geliştirecek, tıbbın kullanımına sunacaklardır.  

Dna Sarmalı

Gelenek ve Gelecek Gelenek ve Gelecek
  Ama ‘’yengeçler’’ de kumsallarda gezmeye devam edecekler. Kum yengeci, kaya yengeci, su yengeci, kara yengeci… Bakalım bu yengeçler (karkinos)  daha kimleri ısıracak, kimleri kemirecek, kimleri yiyecek…   Dr. Murat  ÇUBUKÇU    --Bu yazı, bugünlerde yürütülen “kanserlere dikkat çekme” faaliyetleri dolayısıyla kaleme alınmıştır..    

Editör: Haber Merkezi