Geçen hafta yazdığım ve iğneyi kendime batırdığım
avcılık hatıralarına bu haftada devam etmek istiyorum. Geçmiş yıllarda Mustafakemalpaşa Avcılık ve Atıcılık Derneğinin üst katta üyelerinin toplandığı lokal kısmında çok güzel av muhabbetleri yapılırdı. Avcı üye, anlatmaya başladı mı hiç yorulmadan anlatırdı. Ancak öyle bir an gelir ki bir ara bakarsınız çan çalmaya başlardı. İşte bu çan sesi “yeter fazla atıyorsun” demektir. Her üye bu güzel espriyi bilir ve ona göre davranırdı. Ancak benim şimdi anlatacağım av hikâyem, ta Manisalı avcılara kadar duyurulmuştur. Balıkesir Tınaz Şirketinde pazarlama bölümünde çalışan Manisalı Mehmet Şevik benim anlattığım av hikâyesini oradaki arkadaşlarına anlatarak kendilerinin çan çalmalarına sebep olmuştur. Fakat bütün samimiyetimle söylüyorum ki benim başımdan gerçek bir olay olarak geçmiştir.
1980'li yılının Eylül ayı ortalarında bir sabah erkenden kalkarak Mineviz Palangasında Bıldırcın avlamaya karar verdim. Yazıhaneye gelerek hazırlığımı yaptım. Ve yürüyerek, çok yıllar önce Şenkoyuncu'ların inek beslediği damların yan tarafındaki domates tarlasının yanında bulunan yoncaya yakın avlanmaya başladım.
Domates karıklarının içinde yürürken birden bir bıldırcın havalanınca, tek el atış yaparak kuşu düşürdüm. Bıldırcını almaya giderken çifteme yeniden bir fişek doldurdum ve bıldırcını tam alırken 5 metre önümden bir tavşan hızla kalkarak önümde koşmaya başladı. Her avcı gibi heyecanla nişan alarak bıldırcın dolusu 9 mm.lik saçma olan tüfeğimi bir daha ateşledim ancak ilk atışta ıskaladım. Ancak ikinci atışımda tavşan havada dönerek bir takla attı. Fakat gene kaçmaya devam etti. Ben olduğum yerde öylece kalarak tavşanı takip etmeye başladım. Domates tarlası Sanayinin arkasından geçen ara yola kadar uzuyordu. Gözümün görebildiği yere kadar tavşanı takip ettim. Tavşan, yolu da geçerek, öbür taraftaki anız tarlaya girdi ve koşmaya devam ediyordu. Daha sonra gözümle takip edemediğim için artık o tarafa bakmıyordum. Canım sıkılmıştı. Beş dakika içersinde iki ayrı av vuracaktım. Neyse diyerek avlanmaya devam ettim. Daha sonra ise gene eski yerime gelerek keşif yaptım ve ertesi gün tekrar gelmeye karar vererek geri döndüm.
O gün çalışırken aklımda hep tavşan vardı. Ve ertesi gün akşamüzeri saat 16.30 civarı tekrar aynı yere gelerek, keşif işime devam ettim. Bir ara tavşanın koştuğu istikamette yürüyerek ayağımla domates bozması tarlanın karık içersinde büyüyen otları ayağımla açarak ta başa doğru yürümeye başladım. Tam ara yola 10-15 metre kalmıştı ki, ayağımla karığın içindeki uzun otları açmıştım, tavşan sarıgözüyle bana bakıyor ve tam ayağımın altında, birden ne yapmam gerektiğine karar veremedim. O kadar kısa mesafeden atış yapsam hayvan parçalanabilirdi. Ayağımla hayvanı bir dürttüm, hayvan yaylandı ama bir gün önceki kadar hızlı değildi. Daha yanımdan 5 metre uzaklaşmamıştı ki tüfeğimi ateşledim. Biz uçarcı avcılar, kaçar avcılığını pek yapamayız ama tavşan saçmayı yiyince oraya seriliverdi.
Şimdi bir gün önceki güne tekrar dönelim. Bıldırcın avında, genellikle ince saçma kullanırız ve o sabah çifteme 9 numaralı sıkılar koymuştum. Ve de zaten bıldırcın arıyordum. Daha sonra tavşan kalkınca bende tüfeğimi ateşledim, ince saçmalar isabet etmesine rağmen hayvana fazla etki yapmamıştı fakat tavşan fazla saçma taşımayan bir hayvan ve de korkak bir hayvan olduğu için beni kandırmak için koşmuş daha sonra karığın içersine yatmıştı. Buraya kadar güzel, peki daha sonra yerinden hiç kalkmamış mıydı, demek ki orada, bir günden fazla yatmıştı, daha sonra ben aramaya başlayınca kendisini orada yatarken bulmuştum. Bizim mahallede Bakkal Osman Koca'ya poşet içersinde getirip bu olayı da anlattım. Aradan bir kaç zaman geçince bir muhabbet esnasında Manisalı Mehmet Şevik'e de bu av hikâyesini anlatmıştım. Mehmet Şevik beni gülerek dinlemişti. Manisa'ya gittiğinde, arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatınca onlar da gülerek, demek ki o tavşanın beyni yokmuş diyerek dalga geçmişler.
Hâlbuki çok ender de olsa böyle olaylar oluyor.
Editör: Haber Merkezi