Emekli ilkokul öğretmeni Recep Turhan’la bir gün önce kararlaştırdığımız gibi, tam saat 9.00’da sahibi olduğu İstanbul Dershanesi’nin önünde buluştuk. Hafif serin bir kasım sabahı. Bük köyüne, emekli köy eğitmeni Osman Aydın’ı ziyarete gideceğiz. Kendisiyle bir gün önce görüşmüştük. Bugün geleceğimizi biliyor.  Önümüzde yaklaşık 30 kilometrelik bir yol var. Saat 9.30’da ilçeden çıktık. Bazen düz bir ovadan, bazen inişli çıkışlı tepelerden, bayırlardan geçiyoruz. Önümüze onlarca köy levhası çıkıyor. Gide gide sonunda Bük Köyü’ne vardık. Köye göre lüks sayılabilecek güzel bir evin önünde arabadan indik. Burası Recep Bey’in köyü. Biraz sonra kendisi ile görüşeceğimiz Eğitmen Osman,  Recep beyin de öğretmeni. Geleceğimizi önceden bildirdiğimiz için arabanın sesini duyar duymaz 40’lı yaşlarda temiz giyimli, güler yüzlü bir kadının bizi dış kapının önünde beklediğini gördük.. “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi. “Bu kadar mısınız? Hanımlar, çocuklar yok mu?” “Bu kadarız.” dedik. İçerden yaşlı bir adam çıkageldi. Temiz yüzlü, temiz giyimli, hafif kamburlaşmış tatlı bir ihtiyar. Recep Bey elini öptü, öpüştüler. Ben de saygıyla elini öptüm. Eğitmen Osman Aydın’la böylece tanışmış olduk. Dışarıda hava pek soğuk değil; ama yine de evin içeri girince sobalı odanın o güzel sıcaklığı sarıverdi bizi. Oturduk koltuklara. Eğitmenimiz tam tekmil hazırlanmış. Fotoğraflar, eski defterler ve birtakım notlarla bizi bekliyormuş. Zaman yitirmeden başlamak gerek, çünkü Recep Bey dershane sahibi, bir an önce dershaneye dönmek zorunda. Hemen başlıyorum. ---Hocam biraz eskilere götürmek istiyorum sizi. Çocukluğunuza, ilk gençliğinize...  Biraz anlatır mısınız bize kendinizi? ---“ Bursa ili, Mustafakemalpaşa ilçesi Devecikonağı bucağına bağlı Bük köyünde dünyaya geldim. Tevellüt 1337. Miladi yıl hesabına vurursak ne eder? 1921. Köyümüz gördüğünüz gibi küçük bir köy. Tabii o zamanlar daha da küçüktü. Köyümüzde okul yoktu. Bu çevrede bize en yakın okul 3 km. uzaklıktaki Devecikonağı’ndaydı.  Bölge okulu diyorlar o zaman. Sekiz – on köyün çocuğu orada toplanıyor. İmece usulü ile köylünün yaptığı bir okul. Alt katı yemekhane ve yatakhane, üst katta ise sınıflar ve idareci odaları var. 1930 yılında ben okula başladım. Okulun iki öğretmeni vardı: Nizamettin Akay ve hanımı Ferhunde Akay... Nizamettin Bey, başöğretmen... Okul beş yıllık... Köyümüz yakın olduğundan ben okula yürüyerek gidip gelebiliyorum. Uzak köylerden gelen çocuklar yatılı kalıyorlar. Alpagut, Soğucak, Gündoğdu, Yenibalçık, Yoncaağaç, Bük... Bütün bu köylerin çocukları bu okulda toplanıyor. Beş yılın sonunda okulu bitirdim ve şahadetnamemi aldım. Öğretmenlerin o zamanlar, köylüye bakarak, çok iyi durumları vardı. Nizamettin Bey’in, iki atın çektiği üstü kapalı bir talikası vardı ki, şimdinin mercedesi sayılır. Biz gider, torbası beş kuruşa, tarlalardan o atlar için ot toplardık. Köyde en aydınlık pencere kime aittir? Olsa olsa öğretmene ait olur. Öğretmenden başka kim 5 numara lamba kullanabilir. Ertesi günün ders hazırlığı, plan hazırlığı derken en geç yatan öğretmendir. Köyde gece sönen en son ışık da öğretmenin ışığıdır. Öğretmenin kendisi de bir ışık değil midir? Şimdi taşımalı sistem diye bir şey çıkardılar, köy okullarını kapattılar. Köyün ışığını söndürdüler. ---- İlkokul bitti. Diplomayı aldınız, sonra? ---- Sonrası yok. Okul hayatı buraya kadar... Bundan sonrası her köy genci gibi çiftçilik... Ardından askerlik. 14.10.1941 tarihinde askere alındım. İstanbul-Maçka’da 6 ay temel eğitim aldım. Sınıfım jandarma. Gözü açıkları jandarma yapıyorlar ya...  Ardından dağıtım; Bolu’nun Göynük Kazası ve son olarak da İzmit-Gebze... 1945’te terhis oldum. Askerlik yıllarım tam da II. Dünya Savaşı yıllarına denk geldi. Her taraf kıtlık kıyamet... Biz askerde rahattık; ama halk perişan. Ekmek karneye bağlanmış. Kişi başına günlük ihtiyaç 7 yaşına kadar: 187.5 gram. Yedi yaş üzeri: 375 gram. Ağır işçilere: 750 gram. En rahat askerlerdi galiba. Bize 900 gram...  Sonunda,  üç buçuk yılın ardından askerlik bitti ve köye döndüm. Askerlik bitince adamdan sayılıyoruz ya, bu defa evlenme zamanı geldi çattı. Ümmühan’la evlendik. Zaten daha askere gitmeden sözlü gibiydik. --- Eğitmen kursuna katılmanız nasıl oldu? --- Ben askerdeyken ilkokul müdürü Nizamettin Bey’den bir mektup almıştım. Askerliğini bitirmiş okur- yazar gençleri alıp, kurslardan geçirerek kendi köylerine öğretmen olarak tayin ediyorlarmış. Askerden dönünce beni de o kurslara göndereceğini yazmıştı. Köye dönünce gidip kendisiyle görüştüm. İşlemlerimi kısa sürede tamamladı ve ben henüz üç aylık evli iken, hanımı köyde bırakıp Mudanya İlçesi’ne bağlı Tirilye  Nahiyesi’ndeki “Eğitmen Kursuna” katıldım. --- O kurs dönemini biraz anlatır mısınız? Ne zaman başladınız, kaç kişiydiniz, orada neler yaptınız? --- Yasada, “askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapmış olanlar” diyor; ama ben er olarak yapmıştım. Fakat elimde kapı gibi şahadetnamem var. 66 kişilik kurs mevcudu içinde beş yıllık okulu bitirip şahadetname almaya hak kazanmış dört kursiyer vardı. Tirilye, Bursa ilinin,  Mudanya ilçesine bağlı, Marmara Denizi kıyısında kurulmuş şirin bir belde.  Lozan’da alınan “mübadele” kararından sonra Rumlar Yunanistan’a gönderilmiş, yerlerine Girit ve Selanik’ten gelen soydaşlar yerleştirilmiş. Eğitmen kursu için Tirilye’de bir ortaokul binası kiralanmış. Taşmektep diyorlardı. Geçekten taş gibi bir bina. Düşünsenize 1904 yılında yapımına başlanmış 1909’da kullanıma açılmış. 1974 Kıbrıs çıkarması zamanında meşhur bir papaz vardı; Makarios diye... Onun, ilkokulu bu binada okuduğunu söylüyorlardı. O okulda kaldık.  Kurslar yazın, okulların kapalı olduğu zamana denk getiriliyordu. Uygulamalı tarım dersleri için, ayrıca yakın çevreden bağ-bahçe de kiralanmış. Gidip o bağ ve bahçelerde uygulamalı tarım dersleri görüyoruz. Hepimiz köylü çocuğuyuz. Tarla- tapan işleri bize vız geliyor. Yetiştirilen ürünler kurs öğrencileri tarafında tüketiliyor. Yani üretende biziz, tüketen de. Başımızda beş öğretmen var. Bunlar bölge okullarından seçilip görevlendirilmiş öğretmenler. Öğretmenimiz Nizamettin Bey de bunlardan biri. Kursun bitimine doğru ilk çocuğumun (Ercan Aydın) dünyaya geldiği haberini aldım. Kurslarda, öğleden önce teorik derslerimizi görüyorduk. Bizlere çok güzel ve çok faydalı bilgiler verdiler. İleride yararlanabileceğimiz bütün bilgileri defterlerimize birer birer not ettirdiler. Gerçekten de o notlar bizim rehberimiz oldu. O defterlerin çok faydasını gördük. Hâlâ o defterleri saklıyorum.  Neticede kurslar bitti, ben de köyüme döndüm.

Eğitmen Osman Aydın ve eşi Ümmühan Aydın

--- Şunu merak ediyorum; sonuçta siz bu köyün çocuğusunuz ve daha düne kadar onlar gibi bir çitçiydiniz. Oysa şimdi, öğretmen kimliğinizle köylülerinizin karşısına çıkıyorsunuz. Nasıl karşıladı köylüler sizi? --- Çok güzel karşıladılar. Her konuda bana yardımcı oldular. Şimdi köy kahvesinin bulunduğu yerde, alt yanı ahır, üst iki odası ise “Köy Odası” olarak kullanılan yeri okula dönüştürdüm. İlk yılda 14 kız,10 erkek toplam 24 öğrenciyle eğitime başladım. 1949’da bu ilk devreyi mezun ettim. Tam on iki yıl köyümde eğitmen olarak çalıştım. Gezici Başöğretmenlerimiz vardı. Onlar bizi denetlerdi. Maaşımızı gider İlçeden alırdık. Aylığım 30 liraydı. Okulum 3 yıllık eğitmenli köy okuluydu. Her yıl ortalama 10 – 15 kadar öğrencim olurdu. Birinci sınıfa kaydettiğim bu çocukları üç yıl okuturdum. Onları üçüncü yılın sonunda okuldan çıkarınca tekrar başa döner, birinci sınıfa yeni öğrencileri kaydederdim. Üçüncü sınıftan çıkan öğrenciler ise 4. ve 5. sınıfı okumak üzere Bölge Okulu’na giderlerdi. Bu geçiş zorunlu olmadığından çoğu öğrenci üç yılın sonunda aldığı mezuniyet belgesi ile yetinir, daha ilerisini okumazdı. 1959 -1960 öğretim yılında köyümüzde 5 sınıflı okul açıldı. Köyümüzdeki bu yeni okulla İlk atanan öğretmen de Güllüceli Osman Ölmez oldu. Okulun kadrosu tek olduğu için ben tayin istemek zorunda kaldım. Ancak yasa gereği eğitmen köyünden ayrılamazdı. O sıralar gezici bir müfettiş vardı. Onun yardımı ile Devecikonağı’na tayin yaptırabildim. Orada, sadece 1. sınıfları okutmaya devam ettim.    Gerek okul müdürleri gerek müfettişler olsun, birinci sınıflara verdiğim eğitimi çok başarılı bulmuşlardır. Üç ayın sonunda çocuklar okumayı söküyordu. Onları şiirle eğitiyordum. Bir şiirimiz vardı şöyle: “Okul bizim evimiz/ Tertemiz tutmalıyız/ Açık kalsın pencere/ Kâğıt atmayın yere/ Ya öğretmen görürse/ Ne ayıp size derse/ Uslu uslu oturun/ Herkes bizi kıskansın/ Görenler 5. sınıf sansın.”  1998 yılında eşim vefat etti. Üç çocuğumla kalmıştım.(Ercan; Besim ve kızım Muzaffer) Yıllar böyle akıp gitti.

Devecikonağı Bölge Okulu 1. Sınıf öğrencileri

--- Hocam, eğitmenler hakkında herkes yeterli bilgiye sahip değil. Bu konuyu biraz açalım istiyorum. Maaş durumunuz, emeklilik durumunuz, özlük haklarınız hakkında biraz bizi aydınlatır mısınız? --- Bugünün moda terimi ile söylersek eğer, biz eğitim dünyasının zencileriydik. Öğretmenler gibi maaş alıp çalışmıyorduk, çalışıp öyle maaş alıyorduk. Sonra öyle yıl on iki ay maaş da vermiyorlardı. Okulların açık olduğu zaman para alıyor, çalışmadığımız tatil aylarında para alamıyorduk. Devletin kadrolu memuru değildik. Emeklilik hakkımız yoktu. 15 Nisan 1947’de açılan 12. dönem eğitmen kursu son kurs oldu. Sadece Bakan Tahsin Banguoğlu döneminde 1515 eğitmenin işine son verildi. 1963 yılında “3238 sayılı köy eğitmenleri kanununun kaldırılması ve eğitmenlerin aylıklı kadrolara geçirilmesine dair kanunla” halen görev başında olan eğitmenler 14. dereceden aylıklı kadroya geçirildi. Ayrıca 10 yıl geriye doğru borçlanma hakkı verildi. Emeklilik hakkı ta 1971’de verildi. 1982’de de emekli oldum. İşimiz sadece bebeleri okutmakla bitmiyordu. Akşamları da yetişkinlere okuma-yazma kursları açıyorduk. Bize verdikleri para azdı ama para çok kıymetliydi. Sonra köylüde para mı vardı? Başı sıkışan öğretmene koşardı. Şimdi her şey tersine döndü. Bizim, eğitmen olarak köylerde göreve başladığımız yıllarda, istersek örnek çiftçilik yapmak amacıyla devlet bize tarla, tarım araçları ve hayvan da veriyordu; ama ben istemedim. Zaten kendi köyümdeyim, yeterli toprağım da var; daha fazlasına ne gerek var. Şimdi 93 yaşındayım. Bir ay sonra 94 olacak. Çok şükür elim ayağım tutuyor. Kimseye muhtaç değilim. “ --- Hocam, sizi daha fazla yormayalım. Çok teşekkür ediyorum verdiğiniz bilgiler için. --- Ben teşekkür ederim size. Böyle sizin gibi arkadaşlar arayıp sorunca çok mutlu oluyorum. Ta oralardan kalkıp geldiniz. Bundan büyük insanlık olur mu? Son sözüm şu olsun: “Deve ölür, çanı kalır. / Aygır ölür, gönü kalır.  / Bu dünya fanidir dostlar,  / İnsan ölür, ünü kalır.”

Eğitmen Osman Aydın 1. Sınıf öğrencileriyle

Mustafakemalpaşa'da Millet Kıraathanesi Mustafakemalpaşa'da Millet Kıraathanesi
NOT: Bu röportaj, 2015 yılında, daha geniş olarak, Yenikuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin yayın organı olan ve İzmir’de basılan İMECE Dergisinde yayımlandı. (Sayı:46 /  Sayfa: 102 – 106) Osman Aydın eğitmenimizi, 2020 yılında kaybettik. Kendisini bu vesileyle bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyorum. Işıklar içinde uyusun.       
Editör: Haber Merkezi