Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu onu mutfakta, yerde cansız yatarken buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası da vardı. Yakılan müsveddelerin kalıntıları yerde duruyordu.”
48 yaşında intihar ederek yaşamına son veren bu genç adamın adı: Sadık Hidayet’ti. O, çağdaş İran edebiyatının kurucularından biriydi. Hem yaşadığı dönemde hem günümüzde, ülkesinin yasaklı yazarı olan Sadık Hidayet, Batılı edebiyat otoritelerine göre ise; Doğu’nun Kafka’sıydı.
Şimdi, kendisini biraz daha yakından tanıyalım. Sadık Hidayet (1903-1951) Tahran’da dünyaya geldi. Kuzey İran’dan Tahran’a gelen soylu bir ailenin çocuğuydu. İran’ın, tıpkı Osmanlı devleti gibi modernleşme sürecine girdiği ve Batı’ya yöneldiği bir dönemdi. Sadık Hidayet, Tahran’daki Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra, modern bir eğitim almaları amacıyla bir grup öğrenciyle birlikte Avrupa’ya gönderildi.
Daha lise sıralarında iken edebiyata ve sanata yönelen Sadık Hidayet, Belçika’da mühendislik eğitimi almak yerine, Paris’e geçip orada sanat çevresinde takılıp, bohem bir hayat yaşamaya, Batılı yazarları okuyarak Batı kültürünü yakından tanımaya çalıştı. İlk kısa hikâyelerini de bu yıllarda yazmaya başladı.
Farsça’nın iki büyük ustası Mevlâna ve Ömer Hayyâm hayranı bu genç adam, şimdi Paris’te, Beethoven ve Çaykovski dinliyor, Kafka, Dostoyevski, Rilke, J.P. Sartre, Freud gibi ünlü yazar ve şairleri okuyordu. Bu iki kültür arasında kalmış olma durumunu ileride şöyle anlatacaktı: “Vaktiyle onların arasına katılmıştım. Başkalarını taklit edeyim derken, baktım soytarıya dönmüşüm. Adına ‘zevk’ dedikleri her şeyi denedim. Gördüm ki; başkalarının zevki bana yaramıyor. Her yerde her zaman yabancı olduğumu hissettim.”
İşte bu yabancılık hissinin ve bir tarafa ait olamama duygusunun onu psikolojik bunalıma soktuğu günlerde birinde, 3 Mayıs 1928’de kendisini Marne Nehri’ne atarak canına kıymaya çalıştı; fakat bir balıkçı teknesi tarafından kurtarıldı. Bu ilk intihar olayı ile ilgili olarak, Tahran’da yaşayan abisine gönderdiği mektupta “Şimdi ne yazacağımı bilemiyorum. Bir delilik ettim, ucuz atlattım. Sonra ayrıntılı olarak yazarım.” Diyecekti.
Sadık Hidayet, modern bir eğitim almak üzere devlet bursuyla gittiği Avrupa’dan, eğitimini tamamlamadan ve bir diploma alamadan dört yıl sonra, Tahran’a döndü.(1930).Tahran’da memur ve vasıfsız işçi olarak birçok kurumda çalıştı. Yazmayı, hiç bırakmadı. Üç arkadaşı ile birlikte kurdukları “REB’A” (Dörtler) adlı edebiyat topluluğu ile İran dilini ve edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getirmeye çalıştılar.(1934)
Sadık Hidayet’e göre İran’ın gelişememesine, kör ve sağır kalmasına neden olan iki kurum vardı: Monarşi ve ruhban sınıfı… Onu özlemi; halk egemenliğine dayalı, laik – demokratik bir Cumhuriyetti. Bu yüzden, eleştiri oklarını bu iki kuruma yöneltince kendilerine yönelik baskılar da arttı. 2. Dünya Savaşı’na doğru hızla sürüklenen dünyada, giderek hayatı ve ölümü sorgulamaya başlayan Sadık Hidayet, İran’dan ayrılarak Hindistan’a gitti. Aryan/Pers dilleri üzerinde çalıştı. Zerdüşt ve Budizm üzerine yoğunlaştı. En ünlü eseri olan KÖR BAYKUŞ romanını 1937’de Hindistan’da yazdı.
Bir yıl sonra, İran’a döndüğünde bu kez İran müziğini Batılı standartlarda yeniden düzenleme çalışmalarına katıldı. Bu amaçla yayınlanan Mecelle-i Mûsikî Dergisi’nin editörlüğünü üstlendi. İran’da yaşamanın, özellikle dünyaya soldan bakan aydınlar için giderek zorlaştığı, kitaplarının yasaklandığı, yazılarının sansürlendiği bu dönemde, kitaplarını yayımlayabilmek için, 1950 yılı sonlarında tekrar Paris’e döndü.
2. Dünya Savaşı’nın harabeye döndürdüğü Paris, artık o eski Paris değildi. Avrupa’da yaşamak herkes için zorlaşmıştı. Hele, sürgünde yaşamaya mecbur bırakılmış olan yabancılar için hayat daha da zordu. Sadık Hidayet yazımızın başında anlatıldığı şekilde, 9 Nisan 1951’de kendi eliyle, yaşamına son verdi. 48 yaşındaydı. Öldüğünde Paris’in ünlü Pére Lachaire mezarlığına defnedildi. Rahmetle ve saygıyla anıyorum.
ESERLERİ:: Kör Baykuş, Hacı Ağa, Diri Gömülen, Alacakaranlık, Moğol Gölgesi, Kafka’nın Mesajı, İsfahan Cihanın Yarısı…
NOT: Kör Baykuş romanı, günümüzde pek moda olan “Büyülü Gerçekçilik” akımının ilk örneklerinden biridir. Ayrıca, yazar bu romanında, Tutînâme ve Bin Bir Gece Masalları gibi Klasik Fars Edebiyatı eserlerinde gördüğümüz, hikâye içinde hikâye anlatma tekniğini de ustalıkla kullanmıştır.