Bugün bir değişiklik yapıp, Çanakkale Savaşı’ndan ziyade, savaş öncesini anlatmak, böylece hangi koşullar altında savaşa gittiğimizi, nasıl bir ordu ile böyle bir zaferi kazandığımızı, göstermek, istiyorum.
Haziran 1913… İstanbul’daki Alman Sefiri Baron Wangenheim, Alman İmparatoru II. Wilhelm’e “Alman siyasetinin, Osmanlı Asyası’nın imarını ciddi ve samimi olarak esas kabul ettiği kanaatiyle, Sadrazam, Türk ordusunun ıslahı için bir Alman generali seçip göndermek üzere haşmetli imparator hazretlerine ricada bulunmamı talep etmektedir” sözleriyle başlayan bir mektup yazar.
15 Haziran 1913 tarihli bir mektupla, imparator, bu görevi kabul edip edemeyeceğini en kıdemli tümen komutanı General Liman von Sanders’e sorar. Generalin görevi kabul etmesi üzerine, iki devlet arasında ön görüşmeler başlar, görevlilerin yetki alanları belirlenir ve 42 subaydan oluşan Alman ıslah heyetinin üyeleri, bir üst rütbeye yükseltilerek, İstanbul’a gönderilir.
14 Aralık 1913’te, İstanbul’a ulaşan heyet, sırasıyla; Padişah Mehmet Reşat, Sadrazam ve Hariciye Nazırı Said Halim Paşa ve Harbiye Nazırı İzzet Paşa ile görüşür. Padişah’a rağmen yönetim tamamen İttihatçıların kontrolündedir. 1914 ilkbaharında, bir sultanla evlenerek saraya damat olan Enver Paşa’nın bir anda önü açılır. Harbiye Nazırı İzzet Paşa emekli edilerek Enver Paşa, (Padişaha bile hiçbir bilgi verilmeden) Harbiye Nazırı olarak atanır. Enver Paşa’nın İlk icraatı, Ocak 1914’te 1100 kadar subayı emekliye ayırmak olur.
Liman von Sanders, orduyu denetlemek amacıyla, Çorlu’daki 8. Tümene gider. Türk askeri ile ilk karşılaşmasıdır bu… Gözlemlerini şöyle anlatır: “ Subaylar 6 ila 8 aydan beri hiç maaş almamışlar. Aileleriyle birlikte, asker karavanasından, yemek yemeye, mecbur kalmışlar. Erler, bir yıldan fazla bir zamandan beri maaş yüzü görmemiş, kötü beslenmiş, yırtık pırtık elbiselerle giydirilmişlerdi.
Çorlu istasyonunda beni karşılamak için çıkarılan bölüğün bir kısım erleri, yırtık potinli ve diğer kısmı ise, yalın ayaktı. Yürüyüş yapmaya güçleri olmadığından, büyük çaplı tatbikat yapmaya imkân bulunamadığını tümen komutanı söyledi. Durumu yazılı olarak Enver Paşa’ya bildirdim ve bir çare bulmasını istedim.
Bunun üzerine Enver, tümen komutanı Ali Rıza Bey’i emekliye ayırdı. Olayı duyunca, kendisine gittim ve ‘ Eğer bana her gerçeği söyleyen subay ordudan atılırsa, Türkiye’deki vazifemi yapmaya imkân kalmayacağını’ söyledim. Ali Rıza Bey, tekrar görevine iade edildi ve o komutan, savaşta fevkalâde liyakat gösterdi.”
Liman von Sanders’in diğer denetlemelerine yönelik gözlemleri ve anlattıkları ise içler acısıdır: “Çoğu birliklerde erlerin üstü başı bit, pire gibi haşeratla doluydu. Hamam teşkilâtı kışlaların hiçbirinde yoktu. Mutfak tertibatı en ilkel durumdaydı. Almanya’dan örnek bir mutfak siparişine kalktığım zaman,3. Tümen komutanı Albay Nikolai, böyle bir şeyi, tesadüfen Selimiye Kışlası’nda, gördüğünü söyledi.
Meğer beş yıl önce Almanya İmparatoru II. Wilhelm, Türklere böyle bir mutfak armağan etmiş, fakat bu mutfak hiçbir birliğe verilmemiş ve 5 yıl boyunca geldiği gibi, sandıklar içinde kapalı tutulmuştu. Atların büyük kısmı, Balkan Savaşı’ndan beri uyuzdu. Nal bakımı yoktu. Hayvan ahırları perişandı. Birliklere ait bütün depolar, bomboştu”
İşte, askerimiz bu durumdayken, Türkiye, Enver Paşa’nın bir oldubittisiyle, kendini bir anda Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’nın içinde bulur. Yine Enver’in oluruyla Çanakkale boğazından geçen iki Alman denizaltısı; Goeben ve Breslau Karadeniz’deki Rus gemileriyle çatışmaya başlayınca, Osmanlı Devleti, bu gemilerin satın alındığını açıklamak zorunda kalır. 17 Eylül’de, padişahın huzurunda, Alman gemilerine Türk sancakları çekilerek resmigeçit yaptırıldıktan sonra, gemilerin isimleri, Yavuz ve Midilli olarak değiştirilir, Alman subay ve askerlerine fes giydirilir.
Osmanlı Devleti artık resmen, savaşta taraftır… 19 Şubat 1915’te başlayan deniz harekâtı 18 Mart’ta Türklerin büyük zaferiyle sona erer. Bu zaferle Türk ordusu, Balkan savaşı yenilgisiyle yitirdiği özgüvenini yeniden kazanır. Artık, Çanakkale’nin, boğazlardan geçilemeyeceği, tüm dünyaya gösterilmiştir. Şimdi, ikinci bir yol aranacak ve kara savaşları başlayacaktır. Türk tarafı da bu plana karşı, gerekli önlemi almakta gecikmeyecektir.
Gelibolu’da 5. Ordu oluşturulacak ve başına da Çanakkale cephesinde, tüm yetkileri eline alan Alman Mareşal’i Liman von Sanders getirilecektir. Kıyılar tel örgülerle çevrilecek, birlikler önemli yerlere yerleştirilecek ve düşmanın her hareketi dikkatle gözlenecektir. Sanders, Anafartalar bölgesinin komutasını, Esat Paşa’ya verir. Esat Paşa, Balkan savaşında Yanya’yı savunan komutandır.
Eceabat’taki 2. Ordunun komutanı ise Vehip Paşa’dır. Sanders, anılarında aynı zamanda, kardeş olan bu iki komutandan, övgüyle söz eder. Yarbay Mustafa Kemal ise, Bigalı’da karargâh kuran, 19. İhtiyat Tümeninin başındadır. Mustafa Kemal, Anafartalar savaşında, emir beklemeden, duruma el koyacak, verdiği karar ve attığı adımla, savaşın kaderini değiştirecek ve askerlerine; taarruzu değil, ölmeyi emrederek tarihe, “Çanakkale Kahramanı” olarak geçecektir.
Kaynak: Yeditepe Yayınları tarafından yayımlanan: “Türkiye’de Beş Sene” adlı kitap… Yazar; Alman Generali, Liman von Sanders (1855-1929)