Orhan Kemal
Yıl 1968… Mersin’de bir kitapçıdayım. “Ekmek” bir kez daha karşıma çıkıyor; ama bir film afişinde değil, bu kez bir kitabın kapağında. Orhan Kemal’in (1914 / 1970) 17 öyküsünü bir araya getiren ve ilk basımı 1968 yılında yapılan kitabı. Kitabın adı: Önce Ekmek… Bu kitap, bir yıl sonra, dönemin en gözde ödülü olan, Sait Faik Hikâye Armağanı ve Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’ne değer bulunur. Kitaba adını veren öykünün kahramanlarında birinin şu sözleri, bir yerde, kitabın ev veciz özeti gibidir: ” Baktım işler akıntıya gitti, tek emekli maaşı yetmiyor, oğlanı da kızı da işe saldım. Oh be, dünya varmış. Eve refah geldi refah. Önce ekmek… Önce ekmek sonra başka şeyler. Okumak, bir meslek sahibi olmak; ama neyle? Önce ekmek.”Maksim Gorki
Yıl 1969… Diyarbakır’dayım… Karınca Kitabevi’nin önünde dikilmiş, vitrinde sergilenen kitaplara bakıyorum. Maksim Gorki’nin (1868 – 1936) kitabı dikkatimi çekiyor: “Ekmeğimi Kazanırken” Yazarın otobiyografik üçlemesinin ikinci kitabı bu. Aleksey Maksimoviç Peşkov olan gerçek adını bir kenara bırakıp, Rusça’da “acı” anlamına gelen GORKİ takma adını kullanan yazar, yaşamının 11-15 yaş aralığında verdiği gerçek yaşam mücadelesini anlatıyor. Yazar, 4 yaşında babasını, 8 yaşında annesini kaybeder. Anneannesi ve dedesiyle geçer çocukluğu. Çarlık Rusya’sı dönemidir. Açlık, sefalet diz boyu. 10 yaşına geldiğinde dedesi: “Alaksey, madalya değilsin seni koynumda taşıyayım. Artık sana bakamam, git çalış.” Diyerek 10 yaşındaki öksüz ve yetim çocuğu kapının önüne koyuverir. Bundan sonra yaşamını işte bu kitapta anlatır yazar.Oktay Akbal
Yıl 1975… Denizli’deyim. Bir başka kitap kapağında “ekmek” yine karşıma çıkıyor. Bu kez yazar: Oktay Akbal (1923 – 2015) Kitabın tam adı: “Önce Ekmekler Bozuldu.” 2. Dünya Savaşı tüm hızıyla devam ediyor. Almanlar Edirne önlerinde. Seferberlik ilân edilmiş, ekmek karneye bağlanmış, fırınların önlerinde uzun kuyruklar… 21 yaşındaki yazarımız ilk öyküsüne şöyle başlıyor: “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey. Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. (…) Radyolarda marşlar, nutuklar insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu. Yıl 2019… Mustafakemalpaşa ilçesindeyim. Bu kez “ekmek” bir şiir kitabının kapağında karşıma çıkıyor. Tam adı: “Ekmek Güneşe Benzer. ” Aydili Sanat Yayınlarının 63. kitabı… Toplam, 64 şiirin yer aldığı 70 sayfalık bir kitap… Arka kapağın iç yüzünde kısacık bir tanıtım yazısı: “Aslen Artvin’in Ardanuç ilçesi, Bulanık köyünden olan Ayla YILDIZ. 1966 yılında Kırşehir’de doğdu. Öğrenim hayatını Bursa / Mustafakemalpaşa’da sürdürdü. Halk Eğitim Merkezinde usta öğreticilik yaptı. Kendi iş yerinden emekli olan Ayla Yıldız, iki oğul annesidir.” * * * Geçmişi özlemle anarken, geleceğe de umutla bakan; yüreği sevgiyle dolup taşan bir şairle tanışıyoruz. Şairin yeterince tanınmıyor olması; kitabın, bir ilk kitap olması sizi yanıltmasın. Şiirler kesinlikle usta işi… Dili kullanmadaki yetkinlik, şiirindeki imgesel zenginlik, şairin tek kitapla yetinmeyeceğini gösteriyor. Dilerim öyle olur. Ayla Yıldız, bu ilçede yaşayan insanlardan biri. Hepimizin adımladığı bu sokakları adımlıyor, hepimizin baktığı bu dünyaya bakıyor. Fakat o, hepimizin gördüğünden farklı bir dünya görüyor. İşte bu şair bakışıdır. Hem gerçekçi - akılcı hem duygusal bir bakış… Dili, tam bir şiir dilidir; yani gündelik dilin çok ötesine taşınmış bir dil… Kitabın daha ilk sayfasında bir ithaf notu yer alıyor: “Babama; elindeki nasırlarından bağlamasına dökülen ustalığın izinden…” Kitaptaki şiirlerden bir örnek: TOPRAK KANIYOR Mevsimin işçileriydik dinmezdi iç kanaması fakirliğin balık istifi edilirdik römorklara öğünümüz çıkında soğan ekmek şanslı olanda birkaç zeytin bir de kırmızı helva konu komşu akraba. Mevsimlik işçilerdik can pazarına çıkardık sabahlarda bütün gün çapalar dövüşürdü karıklarla hep biz yenilirdik kavgada tütün basıp yaraları dağlardık mani söyler, türkü söyler ağlardık tuz tende kavrulurdu güneşin haşladığı yarı baygın sularda rüzgârda yüreğimiz savrulurdu. Ertesi gün pazarda patrondan esirgenen söz dilde bakla tüp, çay, şeker tabi kalırsa birkaç metre de basma hesabın içinden çıkamayınca namlu dayansa açılmazdı kilit vurulurdu ağızlara. Ve biz umut ederdik bugün değilse yarın Yarın değilse öbür gün ama mutlaka bir gün bizim için de dönecek dünya. SONUÇ: Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde şöyle der: “Desem ki; sen benim için hava kadar lâzım / Ekmek kadar mübarek / Su gibi aziz bir şeysin / Nimetsin, nimettensin.” Evet, ekmek nimettir. Bizim insanımız, yere düşmüş bir ekmek parçasını yerden alınca, onu üç kez öpüp alnına değdirdikten sonra temiz ve yüksekçe bir yere bırakır. Çünkü onun uğruna verilen kavganın, ne zorlu bir kavga olduğunu bilir. Bu, bin mihnetle elde edilen nimete karşı duyduğu minnetin ve saygının bir ifadesidir. Ne yazık ki; bugünün insanı, o insan değil. Türkiye Ekmek Üreticileri Federasyonu Başkanı Murat Kavuncu’nun açıklaması bu acı gerçeği şöyle dile getiriyor: “Ülkemizde günde, 120 milyon adet ekmek üretiliyor. Bunun %10’u israf ediliyor. Bu ne demektir? Bu, her gün bu ülkede 12 milyon adet ekmek çöpe atılıyor demektir. Bu israftan ötürü kaybımız, yılda 1,5 milyar dolar… Bu parayla neler yapılabilirdi? Örneğin; 250 devlet hastanesi… Ya da 500 ilk ve ortaokul…” (2020 yılı raporundan)
Editör: Haber Merkezi