Hamza Oğuzer

2023 : Âşık Veysel Yılı

Abone Ol
“Genç yaşımda felek vurdu başıma Aldırdım elimden iki gözümü Yeni değmiş idim yedi yaşıma Kayıp ettim baharımı yazımı” Babası, Veysel’e halk ozanlarından şiirler ezberletip okutarak avutmaya çalışıyordu. Gezici halk ozanları köye geldiğinde Veysel’i de yanında götürürdü. Veysel’in büyük bir ilgi ile ozanları dinlediğini görünce bir saz aldı oğluna; avunsun, canı sıkılmasın diye. Veysel ilk saz derslerini babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali Ağa’dan aldı. 15 yaşına geldiğinde artık tam anlamıyla saz çalıyor, halk ozanlarının türkülerini söylüyordu. 25 yaşında iken, ailesi Veysel’i Esma isimli güzel bir kızla evlendirdi. Doğan ilk çocuğu erkekti; ama yaşamadı. Henüz on günlük iken öldü. Bir yıl sonra Veysel, anasını ve babasını kaybetti. Bu acıların ardından bir de karısı, Veysel’i terk edip evin yanaşmasıyla kaçınca iyice hayata küstü. Henüz İki yaşına basmamış küçük kızıyla ortada kalakaldı Veysel... ”Bir vefasız zalim yara bağlandım Tarih üç yüz otuz beşte evlendim Sekiz sene bir arada eylendim Zalim kâfir yetim koydu kuzumu” Âşığın çilesi bitmiyordu ki... Sonunda iki yıl kucağında gezdirdiği o küçük kızı da öldü. Cumhuriyetin 10.yıldönümünde (1933) Sivas’ta lise müdürü, maarif müdürü ve daha sonra da halk evi müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer’le karşılaşması Veysel’in hayatında bir dönüm noktası oldu. Tecer’in kurduğu “Halk Şairlerini Koruma Derneği’nce düzenlenen halk ozanları yarışmasında okuduğu on altı dörtlükten oluşan “Atatürk Destanı” ile birinci oldu. Artık yol açılmıştı. Gerisi kendiliğinden geldi. O güne kadar köyünden dışarı adım atmamış olan Veysel, bütün yurdu dolaştı. Yeni kuşak o günleri bilmediğinden, bu yurt gezilerini anlayamaz. Şimdiki sanatçılar gibi menajerlerinin gözetiminde, yurt turnesine çıktığını, beş yıldızlı otellerde konakladığını, son derece geniş ve lüks salonlarda sahneye çıktığını sanabilirler. Öyle değil. “Yeşilçam Anıları” kitabının yazarı Kemal İnci (Elazığ / 1933),Tarsus’ta, Veysel’le ilk karşılaşmasını bakın nasıl anlatıyor: (1941) “Yoldan geçerken yaşlı âmâ bir adamın kenarda oturmuş, elinde sazı, çalıp türkü söylediğini gördüm. O kadar güzel söylüyordu ki yanında dikilip beklemeye başladım. Nerdeyse akşam olana kadar öylece durup saz çalışını dinledim. Akşam olmak üzereydi. Sazını bıraktı âmâ gözlerini olduğum noktaya sabitleyerek; “Çocuk buraya gel.” Dedi. Görmemesine rağmen orada olduğumu hissedişi ve bir çocuk olduğumu bilişi, beni biraz korkutmuştu. Kendisini Ulu Cami yanındaki hana götürmemi istedi. Elini omuzuma koydu, beraber hana doğru yürüdük. Yol kenarında oturmuş, saatlerce saz çalmıştı. Yoldan geçenler durup biraz dinliyor; sonra yollarına devam etmeden önce yere yaydığı mendilin üzerine on para, yirmi para, bir kuruş, en fazla yüz para olan ortası delik 2,5 kuruş atıyorlardı. Kendisine hana kadar eşlik ettim. Altında hayvanların, üstünde insanların kaldığı bu han, gelip geçenlerin konaklama yeriydi. Han kapısında bizi karşılayan oğlu Ahmet’ti. Babasını o gezdiriyormuş. O gün türkülerini dinlediğin o kişinin, ünlü halk ozanı Âşık Veysel olduğunu daha sonra öğrendim. Bir daha da karşılaşmak nasip olmadı.” Gülizar’la yaptığı ikinci evliliğinden 7 çocuğu oldu Veysel’in. Biri öldü, altısı yaşadı. Veysel, bir süre Köy Enstitülerinden saz öğretmenliği de yaptı. 1952’de İstanbul’da adına büyük bir jübile düzenlendi. 1965’te de TBMM tarafından “Anadilimize ve millî birliğimize yaptığı katkılardan ötürü” özel bir kanunla vatana hizmet tertibinden maaşa bağlandı. Bu arada şiirleri Selda Bağcan, Fikret Kızılok, Hümeyra, Esin Afşar gibi sanatçılar tarafından yeniden düzenlenerek okununca, ünü ülkenin her yanına yayıldı.70 yıl karanlık bir dünyada yaşayan, içinin aydınlığıyla hayata tutunan ve gönül gözüyle gören Âşık Veysel Şatıroğlu, 21 Mart 1973’te kansere yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Kendisi ile yıllar önce yapılan bir söyleşide şöyle diyor: ” Ben ölünce, mezarımın üstüne ne taş isterim ne beton. Taşın ve betonun altındaki topraktan kimse istifade edemez. Benim mezarımın üstünde otlar bitsin, çiçekler açsın. Koyun yesin et olsun, kuzu yesin süt olsun, arı yesin bal olsun…” Günümüzde yeniden hortlatılmak istenen ırkçılığa ve mezhepçiliğe karşı düşüncelerini değişik şiirlerinde şöyle dile getirmişti. İncil’e bak, Kur’an’a bak Dört kitabın dördü de Hak Hakir görüp ırk ayırmak Hakikatte yüz karası Şu âlemi yaratan bir O’dur küllî şeye kadir Alevi, Sünnilik nedir Menfaattir var varası Veysel sapma sağa sola Sen Allah’tan birlik dile İkilikten gelir belâ Dâva İNSANLIK davası. 1973 yılında, aramızdan ayrılan bu değerli ozanımızı, ölümünün 50.yıl dönümünde, bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyorum. Ruhu şad olsun.