Yazının başlığını gören edebiyatseverlerin akıllarına gelen ilk isim, hiç şüphesiz ünlü Rus yazar, şair, oyun yazarı ve çevirmen İvan Turgenyev (1818-1883) ve onun ölümsüz eseri “Babalar ve Oğullar” romanı olacaktır. 1862 yılında yayımlanan ve Rus edebiyatında ilk modern roman olarak kayda geçen bu eserdeki ana karakterler, iki ayrı ailenin, yakın arkadaş olan iki farklı karakterdeki oğullarıdır: Bazarov ve Arkady...
Özellikle Bazarov, aşk, din, inanç, toplum, sınıf vb. hiçbir şeye inanmayan, değerlerle alay eden bir nihilisttir. Bu yüzden roman Rusya’da; siyasi, edebi ve felsefi yönden çok büyük tartışmalara yol açar.
Türk Edebiyatı’na “Babalar ve Oğullar” bağlamında bakıldığında, ilk akla gelen; Tevfik Fikret ve oğlu Haluk ile Mehmet Akif Ersoy ve büyük oğlu Mehmet Emin olur. Ve onların trajik hayatları... Tevfik Fikret’in oğlu Haluk, Robert Koleji’ni bitirdikten sonra mühendislik eğitimi alması için İskoçya’ya gönderilir. Fikret; “Promete” başlıklı şiirinde, Promete’nin Olimpos tanrılarından ateşi çalıp insanlara getirdiği gibi, Haluk’un da Batı’daki bilim ve tekniği alıp yurduna getirmesini ümit ediyor ve şöyle sesleniyordu:
“Ne varsa yüklen getir bilimin dört bucağından
Gelecek günlerin bilinmeyen elektrikçisi”
Fakat Fikret’in bu beklentisi hiçbir zaman gerçekleşmedi. Haluk orada din değiştirip Hristiyanlığa geçti. Ardından Amerika’ya geçip orada üniversiteyi bitirdi, mühendis oldu, bir Amerikalı bayanla evlendi ve bir daha da Türkiye’ye dönmedi. Kendini tamamen dinî çalışmalara adadı ve Lake şehrindeki Presbyteryen Kilisesi’nin baş papazlığa kadar yükseldi ve 1965’te 72 yaşında iken orada öldü.
Mehmet Akif’in büyük oğlu Mehmet Emin’e gelince... Onun sonunu gazete haberinden okuyalım: “Şair M.Akif Ersoy’un oğlu Mehmet Emin Ersoy, Tophane semtinde, Hacı Mimi Sokağı’nda terkedilmiş bir kamyonetin kasası içinde ölü olarak bulunmuştur. Devamlı olarak alkol alan 45 yaşındaki M. Emin Ersoy’un cenazesini kaldıracak bir kurum bulunmadığı için cenaze uzun süre sokakta kalmış, sonra kimsesizler mezarlığına defnedilmiştir. Üç yıl önce eşi ölen M. Emin Ersoy kendini uyuşturucu maddeye vermiş ve Tophane’nin arka sokaklarında yaşamaya başlamıştı.”
Edebiyatımızda bunlara eklenecek daha pek çok “baba / oğul” öyküsü anlatılabilir. Bu öykülerin tümü de bunlar gibi trajik değildir elbette... Fakat içlerinde çok ilginç öyküler olduğunu söyleyebilirim. Örneğin: Nihal Atsız ve oğlu Yağmur Atsız, Cemal Süreya ve oğlu Memo, Hasan Ali Yücel ve oğlu Can Yücel gibi...
Turgenyev’in kitabının adının Rusça tam karşılığı olan “Babalar ve Çocuklar” adı, Türkçe basımında “Babalar ve Oğullar” olarak değiştirilmiştir. Şimdilerde ise yeni bir kitap yayımlandı adı: “Babalar ve Çocuklar”... Sia Kitap’tan çıkan bu ilginç eserin yazarı, Ceyhun İrgil... Önce yazarı kısaca tanıtmak isterim.
Ceyhun İrgil; Tıp doktoru, siyasetçi, TBMM 25 ve 26. Dönem CHP-Bursa milletvekili... 1 Ocak 1965’te İzmir’de doğdu. Uludağ Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, farklı ülkelerde bulunan fakültelerde ve hastanelerde, eğitim faaliyetlerinde bulundu. 1997’de Bursa Onkoloji Hastanesi’nde başhekim yardımcısı görevinde bulundu. 110 adet bildirileri, makaleleri kitapları bulunan İrgil’in üç eseri de uluslararası ödüle değer görülmüştür. Ceyhun İrgil evli ve 1 çocuk babasıdır.
Ceyhun İrgil, “Babalar ve Çocuklar” adlı yeni kitabında ne anlatıyor? Kimdir bu babalar ve çocuklar?.. Kitabın alt başlığında kullandığı “Genç Cumhuriyet’in Vicdan Serüveni” sözü ile ne anlatmak istiyor? Hadi kitaba biraz yakından bakalım.
Ceyhun İrgil bu kitabında, siyasî tarihimizde, “150’likler” diye anılan bir ihanet grubunu, farklı bir açıdan ele alarak anlatıyor. Kimdir bu 150’likler? Kurtuluş savaşı verdiğimiz o zorlu günlerde, kimi İstanbul’daki saray hükümetinin yanında, kimi, işgalci İngilizlerin yanında yer alarak, Kurtuluş Savaşı’na şiddetle karşı çıkan, dönemin etkili ve yetkili kişileriydi.
Daha Kurtuluş Savaşı sürerken tespit edilen ve Lozan’da genel af konusu görüşmelerinde Türk Heyeti tarafından af kapsamı dışında bırakılan bu 150 kişi, 28 Mayıs 1927’de kabul edilerek yürürlüğe konan yasa ile yurtdışına sürgüne gönderildi. Kimisi çoktan yurtdışına kaçmıştı bile...
İrgil, şimdi bu kişileri yeniden mercek altına alıyor ve şunu soruyor: bu insanlar hangi ülkelere gittiler? Oralarda neler yaşadılar? Hayata nasıl tutundular? Türkiye’de bıraktıkları eşleri ve çocukları ne oldu? İrgil, Cumhuriyet KİTAP’ta Gamze Akdemir’e verdiği söyleşide, sürgünlerin eş ve çocukları ile ilgili olarak şu tespitte bulunuyor:
“Genç Cumhuriyetin kurucu kadroları, ’suçun, günahın, yanlışın kişiselliği’ ilkesini uygulayarak, devlet aklını öncelemişlerdir. (...) Dönemin kurucu kadrolarının bu çocukları dışlamaması, liyakatlerine göre devlet kurumlarında görev vermesi, hatta ülkenin yönetici kadrolarına ataması ilginçtir.”
Sayın İrgil’in bu tespitine, kitabından iki örnek vermek isterim.
1. “Babası Kurtuluş Savaşı karşıtı, Atatürk’ün idamını isteyen İstanbul hükümetinin içişleri bakanıydı. Oğlu, Avrupa’da aldığı eğitimin ardından Cumhuriyetin en başarılı diplomatlarından biri oldu. 1978 yılında büyükelçilik görevinde bulunduğu Madrit’te, Asala adlı Ermeni Terör Örgütü tarafında eşi, eski bir diplomar olan eniştesi, ve makam şoförü Antonio Torres adlı İspaya vatandaşı katledildi. Babası bu ülke insanları tarafından linç edildi; ama Cumhuriyetin yetiştirdiği oğlu, bu ülkeyi dışarıda onurla temsil etti. Merak etmez misiniz, kim bunlar?
2. Babası Kuvayi Milliye karşıtıydı. İşgalci Yunan ordusunun Uşak valisi oldu. Sonra Yunanistan’a kaçtı. Geride kalan oğluna Cumhuriyet kurumları sahip çıktı ve kendisini askeri liseye yerleştirdi. Okudu, yükseldi, korgeneral oldu. Kore Savaşı’nda Türk Tugay Komutanı’nın yardımcısıydı. 27 Mayıs ihtilalini yapan grubun içindeki en etkili subaylardan biriydi. Sonra senatör oldu. Kimdi bu insanlar? Merak etmez misiz?
Kısaca bu devlet, babaların hesabını çocuklarından sormadı. Kaldı ki babalarını bile yeterince cezalandırmadı. Çünkü suçları vatan hainliği kapsamındaydı ve vatan hainliğinin cezası ölümdü. Fakat Atatürk kanla kazanılan Cumhuriyetin, kinle yoluna devam edemeyeceğini biliyordu. O yüzden altı yıl sonra, Cumhuriyetin 10. Yıldönümünde ve ardından Hatay’ın anavatana kavuşması sırasında iki kez af çıkarmayı düşündü. İsmet İnönü hükümeti henüz af için erken olduğu düşüncesindeydi. Af, ancak 1938’de Celal Bayar hükümetince ilân edilebildi.
İrgil’in bu kitabının büyük ilgi göreceğini ve her yaştan insanlarımız tarafından –özellikle gençler tarafından- ilgiyle okunacağını düşünüyorum. Çünkü yakın tarihimiz hiçbir zaman bize tüm gerçekliğiyle anlatılmadı. Her zaman, bazı gerçeklerin üstü örtüldü. Bu toplum, bir türlü geçmişi ile yüzleşemedi. Bu yüzden hâlâ geçmişin kavgasını bugüne taşıyor ve anlamsız tartışmalarla enerjimizi tüketiyoruz.
NOT: Yıl 1938... Atatürk Yalova Termal Otelde; Celâl Bayar, Tevfik Rüştü Aras ve Falih Rıfkı Atay ile birliktedir. Gündemlerinde 50’liklerin affı vardır. Atatürk şöyle der: “Ben onları affediyorum; göreceksiniz ki onlar beni affetmeyecek.” Yoruma gerek var mı?
M.Akif ve oğlu Mehmet Emin Ersoy
Tevfik Fikret ve oğlu Haluk