Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919’un 1 ay 19 gün sonrasıdır. Erzurum Kongresi’nin devam ettiği günlerdeyiz. Bir akşam, akşamın da çok ilerlemiş bir saatinde Atatürk, Mazhar Müfit Kansu’ya hitaben; “ Mazhar, not defterin yanında mı?” diye sorar. “Hayır paşam.” Der mazhar Müfit. “Zahmet olacak ama al gel.” Der Atatürk. Mazhar Müfit defteri alıp getirince, “Bu defterin bu sayfasını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak.”der. Mazhar Müfit söz verince Atatürk;” Tarih koy.” der. Tarih konur: 18 Temmuz 1919 sabaha karşı. Atatürk :”Pekâlâ yaz bakalım .” der ve sıralamaya başlar.
1.Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacak.
2.Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken yapılacak.
3.Tesettür (örtünme) kalkacak.
4.Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecek.
Mazhar Müfit duraksar. Atatürk: ”Neden duraksadın?” diye sorunca arkadaşı; “Darılmayın ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var.”der. Atatürk güler ve: “Bunu zaman gösterir, sen yaz.” Der ve devam eder.
5.Latin harfleri kabul edilecek.
Mazhar Müfit dayanamaz ve: “Yeter, yeter paşam. Cumhuriyetin ilânını başarmış olalım, geri tarafı yeter.” Der ve defterini kapatır, izin isteyerek yatmaya gider. Gün doğmak üzeredir. Mazhar Müfit için birer hayalden başka bir şey olmayan bu düşünceler, çok değil, 4 yıl, 3 ay, 10 gün sonra, birer birer hayata geçirilecekti.
Atatürk 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da, yakın arkadaşlarına: “ Arkadaşlar yarın Cumhuriyeti ilân ediyoruz.” Derken o anda kafasından geçen bir düşünceyi veya kararı açıklamıyordu. Cumhuriyet, ta meşrutiyet yıllarından beri onun kafasında taşıdığı bir fikirdi. Padişahlık ve hanedanlık sona ermiş, Lozan anlaşması imzalanmış, kendisine karşı güçlü bir muhalefet oluşturan 1. meclis dağıtılmış. İkinci meclis toplanmış, böylece önü tam anlamı ile açılmıştı. Artık Mazhar Müfit’in not defteri ortaya çıkarılarak, sadece orada yazılanlar değil, çok daha fazlası hayata geçirilebilecekti. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilânı ile yola çıkıldı.
Atatürk, Cumhuriyeti şöyle tanımlıyordu
: "Cumhuriyet rejimi demek; demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. Demokrasi ilkesinin en modern, en mantıklı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi Cumhuriyettir. Cumhuriyet yüksek ahlâk değerlerine ve niteliklerine dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet fazilettir.”
Öncelikle, Cumhuriyet ve demokrasinin bir ve aynı şey olmadığını bilelim. Cumhuriyet bir yönetim şekli; demokrasi ise bir yaşam tarzıdır. Hatırlayalım; askeri darbe dönemlerinde Cumhuriyet korunur ve kollanırken, demokrasi rahatlıkla askıya alınabilmiştir. Dünyaya baktığımızda da gördüğümüz gibi, İngiltere, Hollanda v.b. ülkelerde kral ve kraliçe –sembolik de olsa- varlığını korumaktadır.
Dolayısıyla yönetim, biçim olarak Cumhuriyet değildir; ama bu ülkelerde demokrasi, tüm kurum ve kurallarıyla en iyi şekilde işlemektedir. Öte yandan, İran, Çin, Baas rejimlerinin hüküm sürdüğü Arap ülkelerinde gözlenen ise bunun tam tersidir. Adlarında Cumhuriyet vardır, biçim olarak Cumhuriyetten söz edilebilir; ama demokrasinin varlığından söz edilemez.
Demek ki; halkın kendi kendini yönetmesi veya kendisini yönetenleri, kendisinin seçmesi olarak tanımlanan Cumhuriyet, demokrasiyi temeline oturtmuyorsa; kuvvetler ayrılığı prensibini tam anlamıyla hayata geçiremiyorsa, bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alamıyorsa, o yönetim cumhuriyet değildir. Adı cumhuriyet konmuş olsa bile, o bir otokrasidir.
Günümüzde demokrasi; doğrudan demokrasi, temsili demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi gibi az çok farklılıklar taşıyan isimlerle anılsa da unutmamak gerekir ki demokrasinin değişmez ölçütleri vardır.
Demokrasi; çoğunluk yönetimidir.
Demokrasi; Azınlık haklarını güvenceye alan bir yönetimdir.
Demokrasi; sosyal eşitsizliği yok etmeye çalışan bir yönetimdir.
Demokrasi; kuvvetler ayrılığını esas alan bir yönetimdir.
Bu görevleri yerine getirirken, demokrasinin sahip olması gereken araçlar vardır. Nedir bu araçlar?
- Anayasa.
- Siyasi Partiler.
- Parlamento.
- Sivil Toplum Kuruluşları.
Atatürk diyor ki;
”Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir.” Bu Cumhuriyeti, sonsuza dek yaşatmak, demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile işletmek görevi de bize düşmektedir. Ama unutmayalım ki; bu, hiç de kolay bir görev değildir. Çünkü bu görev her şeyden önce; Atatürk’ün dediği gibi:
“Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister.”
Bugün muhalefet partilerinin sıkça dile getirdiği iki düşünce var: 1) Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek... 2) Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak... Fakat bu konuda ne yapılacağı, nasıl yapılacağı konusunda şimdilik, net bir açıklama yok.
Son sözü, Sokrates’in öğrencisi, Aristotales’in öğretmeni, Akademinin kurucusu, Antik Yunan filozofu ve bilgesi olan Platon’a (MÖ 427 - 347) bırakıyorum.