1.Dünya Savaşı sona ererken, Filistin’de kurulmuş olan manda yönetimi, yönetim hakkını Birleşmiş Milletlere devretti. İngilizlerin çekildiği bölgede, İsrail Yahudi devleti kuruldu.(1948) Yeni kurulan bu devlet, bir yıl sonra Arapların, Nekbe dedikleri büyük felâketi başlattı. 700 bin Filistinli topraklarından sürüldü. O günden bu yana İsrail devletinin bu halk üzerindeki baskı, şiddet, katliam ve sürgünleri hiç eksik olmadı.
Bu yazıda, Filistin edebiyatı ve edebiyatçıları üzerinde durmak istiyorum. Bütün dünyanın gözünü kapattığı, kulağını tıkadığı, vicdanını susturduğu bir zamanda, Filistin halkının çığlığını duyurmak yine Filistin halkının içinden çıkan yazarlara ve şairlere düştü. Ne baskılar susturabildi onları ne sürgünler…
Bizim milli şairlerimizden Mehmet Emin Yurdakul ne diyordu: “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et! / Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”
Filistin’in şairleri de susmadı; ama biz yetirince duymadık ve duyuramadık onların haykıran seslerini. Oysa önümüzde çokça örnekler vardı. Biz, Türk halkı olarak, Sovyetler Birliği döneminde, Türk cumhuriyetlerinin maruz kaldığı baskıyı, Cengiz Aytmatov’un romanlarında öğrendik. Kırım halkının acılarını, Cengiz Dağcı’nın romanlarından… ABD’nin sömürgeci yaptırımlarını, Eduardo Galeano’nun ölümsüz “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” vb. kitaplarından öğrendik. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasının en önemli anlatımını Nazım Hikmet’in şiirinden öğrendik.
Ne diyordu o şiirde küçük Japon kızı:
Hiroşima’da öleli
Oluyor bir on yıl kadar
Yedi yaşında bir kızım
Büyümez ölü çocuklar
Dünya, 21. Yüzyılda ilerlerken hâlâ çocuklar ölüyor.
Artık Filistin şairlerinin haykırışlarına kulaklarımızı tıkamayalım. Çünkü her şiir, her roman, sadece o eserleri yaratan yazar ve şairlerin değil, koca bir halkın haykırışıdır. Edebiyat, duygu ve düşüncelerin söz ya da yazı ile etkili biçimde anlatılması sanatıdır diye tanımlanır. Yaratan tek tek kişiler de olsa yaratılan eser bir halkın bir ulusun ortak duygu ve düşüncesini yansıtır. O yüzden diyoruz ki; Edebiyat=toplum. Mehmet Uzun’un tanımı ile: “ Edebiyat; insanların birbirlerini daha iyi anlamanın yolu, kültürlerin birlikteliğinin vazgeçilmez köprüsüdür.”
Bir halkı gerçek anlamda tanımanın yolu, onun edebiyatını tanımakla mümkündür. O yüzden, bugüne kadar ihmal ettiysek eğer, şimdi tam da o sese kulak vermenin ve o direnen şair ve yazarların eserleri okumanın zamanıdır. İşte birkaç isim: Gassan Kanafani, Mahmut Derviş, Naci el-Ali, Semih el-Kasım, Fedva Tukan, Edward Said…
Yukarıda kapak resmini gördüğünüz, Peren Birsaygılı MUT tarafından yazılan ve 5 Filistinli şairi tanıtan kitapla, başlayabilirsiniz. Ya da aynı kişinin 2015 yılında TRT için hazırladığı “Sürgündeki Sevda: FİLİSTİN” belgeselini izleyebilirsiniz. Yazımı; Vatansız ve kimliksiz bırakılan Filistin Halkının ünlü şairi Mahmud Derviş’in “KİMLİK KARTIM” başlıklı şiirinden bir bölümle bitiriyorum.
Arabım
Sen yağmaladın bağlarını atalarımın.
Benim ve tüm çocuklarımın
Sürdüğü toprağı sen yağmaladın.
Bana ve torunlarıma
Hiçbir şey bırakmadın
Şu kayalıklardan başka
Söylendiğine göre hükümetiniz
Bunları da alacakmış öyle mi?
Öyleyse,
Kaydet birinci sayfanın başına.
İnsanlardan nefret etmem
Hiç kimseye saldırmam
Ve lâkin;
Aç kalınca:
Yerim etini,
Toprağımı gasp edenin.
Kolla kendini!
Kolla!
Kork benim açlığımdan
Kork benim öfkemden.