Günah Keçisi Aranıyor
“Günah Keçisi” deyiminin öyküsü Eski Ahit’te yer alan bir anlatıya dayanmaktadır. Bu anlatıya göre; Kudüs'teki Mabet zamanında, Yom Kippur olarak da bilinen, Kefaret Günü’nde, (Günahtan Arınma Günü) Yüce Rahip, günahlara kefaret olmak üzere takdimeler sunardı. Bunun için iki erkek keçi seçilirdi. Biri RAB için kurban edilir, kanı kutsal yerlere serpilirdi. Tören devam ederken bu kez Yüce Rahip, AZAZEL için ayrılmış olan diğer keçinin üzerine ellerini koyarak kavmin günahlarını itiraf ederdi.
Bu itirafın ardından, Azazel için seçilen ikinci keçi, geride kalan kâhinlerin ve halkın tüm günahlarını yüklenmiş olarak çöle salınır veya bir uçurumdan aşağı atılırdı. Bu hareket kefareti ve Tanrı'nın bağışlayıcılığını sembolize ederdi. (Kaynak: Musa’nın 3. Kitabı Levililer’in 16. Bab.) (Not: Azazel: Şeytanın, Âdem’e secde etmesi emredilmeden önceki adı.)
Sosyal psikoloji de ise “Günah keçisi” bir teori olarak ele alınıyor. Bu teoriye göre; belirli, kişi, grup veya durumların yarattığı acı ve düş kırıklığı sonucu ortaya çıkan saldırganlık ve öfke; o kişinin ya da grubun çok güçlü olması nedeniyle, daha güçsüz durumdaki kişi veya gruba yönlendirilir. O kişi veya grup “günah keçisi” ilân edilir
Yaşadığımız, şu son deprem felâketi sonrasında, suçlu arama telâşındaki muktedirlerin -her zaman olduğu gibi- kendi sorumluluklarını üstlenmek yerine, kendilerinden daha güçsüz konumda olan birkaç müteahhidi günah keçileri olarak ilân ettiklerini görüyoruz.
Müteahhitlerin suçlu olduklarından şüphemiz yok. Yaptıkları binalar kumdan kaleler gibi yıkılıp gidiyor ve vatandaşların evleri kendilerine mezar oluyorsa; elbette ki onlar da suçludur. Fakat tek suçlu onlar mıdır?
İmara hiç de uygun olmayan arazileri rant amaçlı olarak imara açanlar, o alanlara yapılacak binalara imar izni verenler, dayanıksız imar malzemelerini üretenler, alıp satanlar, kaçak yapılara göz yumup, denetlemeyen denetmenler ve seçim dönemlerinde, bu sağlıksız ve kaçak yapılar için defalarca imar affı çıkaran siyasetçiler… Nerede Bunlar!
Biliyoruz ki onlar; gücü elinde bulunduranlardır. Onlar hesap vermezler. Onlardan hesap sorul(a)maz. Onlar, sorumluluk alır; fakat aldıkları sorumluluğun gereğini yapmazlar. Kimseye hesap vermezler. Halktan özür dilemek yahut istifa etmek gibi erdemlerden yoksundurlar. Onlar; eli silahlı değil, eli çantalı soygunculardır.
Yöneticisi devletin hazinesinden, patronu, emekçinin emeğinden, müteahhidi inşaatın çimentosunda demirinden, akademisyeni sınav sorularını, sınavdan önce, birilerine aktarmak suretiyle, öğrencinin geleceğinden çalıyor.
Çalmak o kadar sıradanlaşıyor ki, vatandaş artık bunu kanıksamaya başlıyor ve: “Çalıyorlar; ama çalışıyorlar” diyebiliyor. Çünkü böyle düşünen bir insan, fırsatını bulduğunda kendisi de çalacaktır. Ya da o çalanlardan bir şekilde nemalanacaktır.
Bir karşılaştırma:
Tarih: 27 Şubat 2010. Yer Güney Amerika ülkesi: Şili… Saat 03:34’te yerin 35 m derinliğinde, 8.8 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Tsunami uyarısı yapıldı ve deniz 2,6 m yükseldi. Sarsıntı 1.5 dakika sürdü. Toplam can kaybı: 723. Yazıyla yedi yüz yirmi üç.
Şilili yazar Ariel DOFMAN, deprem sonrasında yazdığı kitabında şöyle diyor: “Takdir-i İlahi’ye sığınan kurban psikolojisi elli yıl geride kaldı. (Pinochet diktasının sona erip, gerçek demokrasiye geçilen tarihi kastediyor) Şili son yirmi yılda çok değişti. Şilililer, bugün kaderlerine hükmetmek bilincine eriştiler. Acıyla başa çıkacak olgunluktalar. Bundan böyle, çok sayıda hastanelerimiz var. BİNALARIMIZ DA DEPREME DAYANIKLI.”
Takdir-i İlahi, kader, fıtrat, kader plânı öyle mi? Ama Hz. Muhammet öyle demiyor. “Önce deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et” diyor. Yani önce; akıl, bilim ve tedbir diyor. Hacı Bektaş Veli ne diyor? “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyor.
Depremlerde, yıkımın ve bu yıkıma bağlı olarak da can kaybının, bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden biri denetimsizlik ise; bir diğeri de siyasilerin zaman zaman çıkardıkları imar affı veya imar barışı uygulamalarıdır. Nedir imar affı? Mülkiyet ve imar sorunu olan ruhsatsız (kaçak) binaların yanı sıra, ruhsatlı fakat mevzuata aykırı olarak eklentiler yapılmış yapıların affedilmesi ve sisteme dâhil edilmesidir.
Yani kısaca imar affı, yasadışı yapılara, yasal kılıf geçirme işlemidir. Vatandaşların –bir tür mezar evler diyebileceğimiz- sağlıksız ve çürük binalarda yaşamasına göz yumarak oylarını almak çabasıdır. Sonra? Sonrası malum.
Bir bilgi notu:
“2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde 217 KABUL, 5 RET oyu ile meclisten geçirilen “imar barışı” yasası ile o tarihe kadar; 3 milyon 119 bin, 947 kaçak ve imara aykırı yapı için 26 milyar 151 milyon 389 bin 263 TL yapı kayıt belgesi bedeli alınarak vatandaşlara riskli yapıları kullanma izni verilmiştir. Bu riskli yapıların 249 bin 521’i, son büyük depremin yaşandığı 10 il kapsamındadır.” (TMMOB RAPORU’NDAN)
Bir öneri:
Bu yasanın gerçek yüzünü görebilmek için, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yaptırılarak o günlerde, televizyonlarda sıkça yayımlanan, oyuncu ve karikatürist Hasan Kaçan tarafından seslendirilen Kamu spotunu internette bulup dinlemenizi öneririm.
Son söz:
Anayasa madde 57: “DEVLET; özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir PLANLAMA çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, toplu konut teşebbüslerini, destekler.
Bunlar da ilginizi çekebilir