YAZARLAR

Hamza Oğuzer'in Kaleminden, Kelebeğin Rüyası

Ünlü şairimiz Orhan Veli Kanık, 18.07.1946 tarihli ÜLKÜ dergisinde şöyle yazmıştı: “Son yıllarda Zonguldak, üç büyük istidat yetiştirdi: Biri Rüştü Onur, biri Kemal Uluser biri de Muzaffer Tayyip Uslu… Ne biçim kader, üçü de arka arkaya öldüler.”

Abone Ol

Öldüklerinde; Rüştü Onur:22, Muzaffer Tayyip Uslu:24, Kemal Uluser:29 yaşındaydı. Bugün, 2 Aralık 1942’de yaşamını yitiren Rüştü Onur’u ölümünün 81. Yıldönümünde anmak ve anlatmak istiyorum. Rüştü Onur, 3 Ağustos 1920’de Kastamonu Devrek’te dünyaya geldi. İlköğrenimini Devrek’te tamamladıktan sonra, Kastamonu’da başladığı öğrenimini, yukarıda adı geçen üç şair adayının yollarının kesiştiği, Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde sürdürmeye başladı. Bu arada vereme yakalandığı için öğrenimine bir yıl ara vermek zorunda kaldı.

Ertesi yıl okula döndüyse de artık okul havasından uzaklaştığı için okulu bıraktı ve Ereğli Kömür İşletmesi’nde memur olarak çalışmaya başladı. Şiire tutkuyla bağlı olan üç genç şair adayının en büyük destekçileri ve yönlendiricisi ise, lisenin edebiyat öğretmeni ve aynı zamanda ülkenin en ünlü ve saygın şairlerinden biri olan şair / çevirmen Behçet Necatigil oldu. Necatigil, onların şiirlerinin Zonguldak’ta yayımlanan dergi ve gazetelerin yanında, İstanbul’da yayımlanan Varlık ve Değirmen gibi dergilerde de yayımlanmasını sağlayarak, kendilerine yardımcı oldu.

Rüştü Onur, hastalığı ilerleyince, tedavi olmak amacıyla, İstanbul-Heybeliada’daki sanatoryuma gönderildi. Zonguldak-İstanbul arasında çalışan Anafartalar Vapuru ile İstanbul’a giderken, vapurda bir genç kızla tanıştı, adı: Meliha Sessiz’di, bu genç kızın. Meliha, İstanbul Kandilli Kız Lisesi’ni bitirmiş, Karabük Demir Çelik Fabrikasının açtığı memurluk sınavını kazanarak bir yıl önce o fabrikada çalışmaya başlamıştı. Bir süre sonra hastalanınca, yanlış teşhis konularak Heybeliada Sanatoryumuna sevk edilmişti.

Verem teşhisi konulan ve aynı sanatoryuma gitmek üzere bindikleri Anafartalar vapurunda yolları kesişen Meliha ile Rüştü Onur arasında, bu yolculuk süresinde başlayan arkadaşlık, sanatoryum günlerinde giderek, bir aşk ilişkisine dönüştü. Bu arada yapılan araştırmalar sonunda, Meliha’nın verem hastası olmadığı, bir başka hastalığının olduğu, dışarıda tedavi olabileceği gerekçesiyle taburcu edildi. Rüştü’de sanatoryumdan ayrıldı ve iki genç, Meliha’nın babasının İstanbul’daki evine giderek orada evlendiler.

Meliha bir fabrikada çalışmaya başlarken; Rüştü de bir yandan kayınpederine yardımcı oluyor, bir yandan da şiir yazmaya devam ediyordu. İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Seferberlik ilân edilmiş, her şey karneye bağlanmıştı. Sağlıklı beslenme ve tedavi olma imkânları olmayınca, ikisinin de hastalıkları hızla ilerlemeye devam etti. Meliha’nın çalışacak gücü kalmadı. Ağrıları dayanılmaz boyuttaydı.  

Vaktinde teşhis edilemeyen bir apandisit patlaması sonunda, Meliha yaşamını yitirdi. Eşini kaybetmenin verdiği acı ve üzüntü ile daha da sağlığı bozulan ve hastalığın son evresine gelen Rüştü Onur, yoğun şekilde,  kan kusmaya başladı ve kan kusma esnasında soluksuz kalarak Meliha’nın ölümünden 17 gün sonra, henüz 22 yaşında iken, şiirlerinin kitaplaştığını bile göremeden, bu dünyadan ayrıldı.  Şiirleri, yıllar sonra, şair Salah Birsel tarafından ancak,1956 yılında kitaplaştırıldı.

Yılmaz Erdoğan, kendisinin yazıp yönettiği, Şubat 2013’te Vizyona giren “Kelebeğin Rüyası” adlı filmle, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yaşamlarından bir kesiti sinemaya taşıyarak o genç şairleri, yeniden hatırlamamıza vesile oldu. Öte yandan, 1941- 1942 yıllarının Zonguldak’ı özelinden yola çıkarak, 40’lı yıllarda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sosyal ve kültürel yaşamı ve o tek partili yıllarda, devletçe uygulanan “İş Mükellefiyeti Yasası’nın” halk üzerinde nasıl acımasızca uygulandığını da bize bir kez daha göstermiş oldu. Her iki nedenden de bu film izlenmeye değer.

Erdoğan’ın film çekiminin ardından, Rüştü Onur ile eşi Meliha Onur’un mezarlarını yeniden yaptırması, ayrıca takdir ve teşekkürü hak ediyor. Teşekkürler Sayın Yılmaz.

Bir Rüştü Onur Şiiri

Ben ölsem be anacığım

Nem var ki sana kalacak?

Ceketimi kasap alacak

Pardösümü bakkal

Borcuma mahsuben...

Ya aşklarım

Ya şiirlerim ne olacak?

Nasıl bakacaksın insan yüzüne?

Hülasa anacığım

Ne ambarda darım

Ne evde karım var.

Çıplak doğurdun beni

Çıplak gideceğim.