Antalya Lisesi’ne stajyer edebiyat öğretmeni olarak atanmıştı.  Tarih öğretmeni olan eşi Süheyla Hanım da aynı okulda çalışıyordu. Son derece sade ve mütevazı bir yaşamları vardı. Oldukça titiz bir kişiliğe sahip olan adam, bir gün, temizlik yapıyorum diye çalışma masasını dağıtan eşine bağırdı: “Benim masamı elleme!” Süheyla Hanım: “Tamam. Bundan sonra masanın tozunu kendin alırsın” diye karşılık verince, adam: “ Alırım almam, seni ilgilendirmez” diye yeniden sesini yükseltti.

otuz beş yaş otuz beş yaş

Süheyla Hanım: “Ne demek, beni ilgilendirmez? Ben pislik içinde yaşayamam” deyince, adam bu kez: “Ne yani? Sen, şimdi bana, pis mi demek istiyorsun? Hiç kimse bana böyle bir şey söyleyemez” diyerek sesini daha da yükseltti. Süheyla Hanım: “Seninle konuşulmaz. Sözlerimi çarpıtıyorsun” deyince Adam: ”Tabi ya, ben anlayışsızım. Bana takacağın başka bir sıfat var mı?”

Süheyla Hanım, karşılık vermedi. Bu anlamsız tartışmayı daha fazla sürdürmenin bir anlamı yoktu. Kalktı, kapıyı çarpıp, çıkıp gitti. Adam masasına geçip oturdu. Düşündükçe hatasını anladı. Eşine büyük “haksızlık etmişti. Çok üzgündü. Gidip özür dileyip, gönlünü alabilirdi; ama yapamadı. Okuldan ödünç aldığı daktilonun başına geçti, “Hikâye” diye bir başlık koyup, bir şiir yazdı. Eşine sözlü olarak anlatamadığı duygularını o şiirle ifade etmeye çalıştı.

Sabahleyin eşinden önce kalkan Süheyla Hanım, daktiloda takılı duran şiiri gördü, çekip okudu. O sırada adam içeri girdi. Akşamki, o esip gürleyen adamdan eser kalmamıştı. Ne demişler: ”Akşamın şerrinden, sabahın hayrı evlâdır.” Kadın eşine gülümseyerek: ”Neden yazdın bu şiiri?” diye sorunca, adam: “Hani, akşam kavga ettik ya…” diye bir şeyler anlatmaya çalışırken, Süheyla Hanım gülüyordu. O, çoktan unutmuştu akşamki olayı. Dün, dünle birlikte akıp gitmiş, olay, tatlıya bağlanmış, geride şu güzel şiir kalmıştı.

          HİKÂYE

Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz.

Al, tut ellerimi bebek

Tut biraz.

Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu

Ben o yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz

Benim doğduğum köyleri,

Akşamları eşkıyalar basardı

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz.

Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz.

 Benim doğduğum köylerde

Şimal rüzgârları eserdi

Hep o yüzden dudaklarım çatlaktır.

Öp biraz.

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.

Benim doğduğum köyler de güzeldi.

Sen de anlat doğduğun yerleri

Anlat biraz.

                      Cahit Külebi

 

KİMDİR CAHİT KÜLEBİ?

Asıl adı 'Mahmut Cahit' olan Cahit Külebi, 10 Ocak 1917 günü Tokat'ın Zile ilçesine bağlı Çeltek köyünde dünyaya geldi. Erzurumlu olan ailesi, 1. Dünya savaşında, Erzurum Ruslar tarafından işgal edilince, Tokat’a göçmüştü. Külebi, öğrenimine Niksar'daki bir ilkokulda başladı ve yatılı öğrenci olarak Sivas'ta devam etti. İlk şiirleri Sivas'taki okulunun 'Toplantı' isimli dergisinde yayımlandı… İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olduktan sonra Antalya Lisesi, Ankara Gazi Lisesi ve Ankara Devlet Konservatuarı'nda edebiyat öğretmenliği yaptı.

Ardında, uzun yıllar Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan sonra kültür ataşesi olarak İsviçre'ye gitti. Buradaki görevinin ardından, bir süre de Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

1946 yılında ilk şiir kitabı olan 'Adamın Biri' yayınlandı. Bu kitabını üç sene sonra 'Rüzgâr' isimli kitabı izledi. 1954 yılında yayınlanan 'Yeşeren Otlar' kitabı ile 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 'Yangın' adlı eseri ile de 1985 yılındaki Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda adlı uzun şiiri Nevit Kodallı’nın bestelediği  “Atatürk Oratoryosu”nun temelini oluşturdu. Şiirlerinde yurt, insan ve doğa sevgisini işledi. Hiçbir edebiyat grubu içinde yer almadı. Hep bağımsız kaldı.

1940 sonrası Türk şiirinin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yer edindi. Serbest tarzda yazdığı türkü tadındaki şiirleriyle hayatımızda var olmaya devam eden Cahit Külebi,  1972 yılında emekli oldu. Emeklilik süresi içinde 1980 askeri darbesine kadar, Türk Dil Kurumu'nda yazman olarak görev yaptı. 20 Haziran 1997'de Ankara'da hayata gözlerini yumdu. 2010 yılında ailesinin isteği üzerine kendisinin ve eşi Süheyla Hanım’ın mezarları, Niksar’da bulunan “Erzurumlu Emrah Türbesi'nin yanına defnedildi.

Editör: Haber Merkezi