Bu, önemli gün ve haftaları takip edebilmek için Saatli Maarif takvimine veya ajandalara bakmanıza gerek yok. Belediyeye ait reklam panolarını izlemeniz yeterlidir. Örneğin şu günlerde ne görüyoruz o panolarda? Mehmet Akif Ersoy’u… Bu fotoğraf ne hatırlatıyor bize? 27 Aralık tarihini… Yani, İstiklâl Marşı’nı yazan şairimizin, 87. Ölüm yıl dönümünü… Bu vesileyle, Mehmet Akif’i bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Âkif hakkında çok şeyler yazıldı, çizildi… Lehinde ve aleyhinde çok şeyler anlatıldı. Nerdeyse herkesin kendine göre bir Âkif’i var. Örneğin, Nazım Hikmet onu için şöyle diyecekti Kuvayi Milliye Destanı’nda: ”Saat beşe on var / Birazdan şafak sökecek / ‘Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ / Bilmem ki nasıl anlatsam / Akif inanmış adam / Büyük şair.” Evet, O, “İnanmış bir adamdı.” İstanbul’un işgal edildiği bir zamanda, bir an bile tereddüt etmeden, 12 yaşındaki oğlu Emin’i de yanına alarak ve ailesini işgal altındaki İstanbul’da bırakarak, Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Anadolu yollarına düştü.
Şairin hayatından bir kesitin sunulduğu ÂKİF” filmini izleyenler hatırlayacaktır. Filmin bir yerinde, oğluna şöyle der: “Harp, sadece topla tüfekle yapılmaz. Akıl lâzım, feraset lâzım… Vatan, sadece üstüne bastığımız toprağı düşmandan temizlemekle kurtulmaz. İnsanların zihnindeki karanlığı, cehaleti ve imanı kirleten düşüncelerin de temizlenmesi gerekir.”
Mustafa Kemal de benzer bir düşünceyi dillendirir: “Savaşta iki ayrı cephe vardır” der. “ Biri fiziki cephe diğeri manevi cephe…” İşte Âkif, şiirleriyle, yazılarıyla ve vaazlarıyla o manevi cephenin içinde hatta başında olacaktır. O yüzden Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya davet edilmiştir.
Henüz 12 yaşında iken, babası ile birlikte Anadolu’ya geçen ve Kurtuluş Savaşı boyunca bir an olsun babasından ayrılmayan Emin’i anlatacaktım aslında bu yazımda. Fakat, böyle bir köşe yazısına sığamayacak kadar, uzun ve hazin bir öyküdür bu. 1908’de dünyaya gelen Emin’in o mutlu yaşamı hiç de mutlu bitmez. Kurtuluştan sonra babası ile birlikte gittiği Mısır’dan 1943‘te askerlik görevini yapmak üzere Türkiye’ye döner. Er olarak askerlik yaptığı Kırklareli’nde, birliğindeki askerlere Kur’an’ı öğretmeye ve yorumlamaya çalışır. Bu yüzden, irticaî eylemde bulunma suçlamasıyla askerî mahkemede yargılanır.
Askerlik döneminde bu yaşadıkları sonrasında artık farklı bir kişiliğe bürünmüştür. Terhis olunca İstanbul’a gelir. Ailesinden de kopmuştur. Artık alkol ve esrarın esiri olmuştur. Onları temin etmek için hamallık yapar, tanıdıklardan para ister. Bir ara, akıl hastanesinde yatar. Geceleri, sokağa terk edilmiş eski bir kamyon karoserinde yatıp kalkar…
Ve bu derbeder hayat sonunda bir gazeteye haber olur. Tarih: 24 Ocak 1967… Soğuk bir İstanbul gecesinin sabahında, 55 yaşındaki Emin Akif, o kamyon karoserinde ölü olarak bulunur. Gazetenin yazdığına göre; “ cenazesini kaldıracak bir makam bulunmadığı için, ceset uzun süre sokakta kalmıştır.”
Kurtuluştan sonra; Meşruti monarşiden Cumhuriyete, ümmetten millete geçiş sürecinde yapılan radikal dönüşümlere, toptan karşı olmasa da Mehmet Âkif Ersoy’un din alanında yapılan yenilikleri benimsemediği bir sır değildir. Hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Türkçe Kur’an meallerinin yazdırılması, ezanın Türkçeleştirilmesi vb. yenilikler karşısında açıktan bir tepki vermese de kırılmıştır.
Sona Doğru:
İstiklâl Madalyası sahibi Millî Şair Mehmet Âkif Ersoy, 1925 yılında, kaldığı Mısır’dan İstanbul’a gelir. Doğu’da Şeyh Sait isyanı başlamış, hükümet Takriri Sükûn yasasını çıkarmış, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmış, başyazarlığını yaptığı Şebîlürreşâd ve benzeri yayınlar yasaklanmış, sahipleri yargılanmak üzere tutuklanmıştır… Polisçe izlendiğini anlayan Âkif, bu durum karşısında, tekrar Mısır’a döner ve 11 yıl boyunca orada kalır. Anayurduna, ancak 17 Haziran 1936’da siroz tedavisi görmek üzere döner ve 27 Aralık 1936 tarihinde de İstanbul’da vefat eder.
Cenazesine resmî bir katılım olmaz. Cenazesini, olaydan tesadüfen haberdar olan üniversite öğrencileri kaldırır. Bir yıl sonra mezarını da yine o öğrenciler yapar. Ölümünden sonra, 50 yıl boyunca kendisi ile ilgili hiçbir anma programı düzenlenmez, kitabı da basılmaz.
1986 yılında, ölümünün 50. Yıl dönümünde, kültür bakanlığı bünyesinde bulunan bazı sevenlerinin çabası ile 1986 yılı, ilk kez “Mehmet Âkif Ersoy Yılı” olarak kabul edilir. Yıl boyunca yapılacak olan etkinlikler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenir. Ayrıca, o dönemde basılan, 100 liralık banknotun arka yüzüne, Mehmet Âkif’in resmi konulur… Şairin, 7 kitaptan oluşan Safahat adlı eseri, bakanlıkça basılır… Ve mezarı da yeniden yapılır.