Hamza Oğuzer

Nasipse Adayız

Abone Ol
: “Nasipse Adayız.” Ercan Kesal, Nevşehir-Avanos doğumlu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu bir doktor. Aynı zamanda yazar ve oyuncu. Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filminde küçük bir rolle sinemaya adım atan Kesal, aynı yönetmenin; “Üç Maymun” ve “Anadolu’da Bir Yerde” adlı filmlerinde de hem oyuncu hem senarist olarak yer aldı. Ardından, yazdığı 10’nu aşkın kitap yanında, oynadığı onlarca filmde birçok ödül de kazandı. Oyuncu olarak en çok, “”ÇUKUR” dizisindeki İdris Koçovalı rolüyle tanınır oldu. Filmleri, izlenmeyi; kitapları, okunmayı hak ediyor. Tekrar dönelim “Nasipse Adayız” filmine… Ercan Kesal, bu filmde, Beyoğlu Belediye Başkanlığı için adı geçen, aday adayı Dr. Kemal Güner kimliği ile aslında kendisini oynuyor. Çünkü kendisi, 2000 yılında, CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanlığı için aday adayı olmuştu. Kendisine “Çare Doktor” diye bir de seçim slogan seçmişti. O dönemdeki izlenimlerini daha sonra bir senaryo haline getirmek istedi. Fakat yazı uzayıp, senaryo sınırını aşınca, onu bir romana dönüştürdü, ardından da o romandan tekrar çıkardığı –tek bir günü anlatan- bir senaryoyla, bu filmi yaptı. Filmle ilgili olarak Gazete Duvar’dan Ezgi Sivrikaya ile yaptığı bir söyleşide şöyle demişti: “Filmde söylediğim her şey gerçektir; eksiği var, fazlası yok.” Filmi; izleyecek olan okuyucuları düşünerek, özetlemek istemem. Fakat şu seçim arifesinde her seçmenin izlemesini isterim. Karşımızda kurmaca bir anlatı yok, bir yaşanmışlık var. Ercan Kesal bu filmiyle; siyasetin, ülkemiz koşullarında nasıl yapıldığına, ne tür ayak oyunları oynandığına, çıkarcılığın, hemşericiliğin nasıl etkin kullanıldığına ve liyakatsizliğin nasıl el üstünde tutulduğuna dair bir ayna tutuyor bize. Filimde gösterilen bu politik çürümenin ve ahlâkî yozlaşmanın, maalesef, sadece siyasi partilerimizi değil, son dönemlerde tanık olduğumuz üzere, tüm kurumlarımızı tehdit ettiğini,  üzülerek belirtmek isterim. 21. yüzyılda, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına adım atacağımız bu dönemde, yeni bir seçime giderken; artık ulusça, “temiz toplum, temiz siyaset” görmek istiyoruz. Vasatın değil, liyakatin iktidarını talep ediyoruz. Bölen, ötekileştiren değil; birleştiren ve kucaklayan bir siyaset istiyoruz. Vatandaş olarak, siyasetçilerimizin, yaşadığımız bu son büyük deprem felâketinden, gereken dersleri çıkarmış olmalarını diliyoruz. Politik çürümüşlükten söz ederken, şunu da unutmamalıyız ki; o çürümüşlük, biraz da biz seçmenlerin suçudur. Sonuçta onları seçen biziz. Onlar bizim içimizden çıkan insanlar. Yani süt neyse, kaymak da odur. Onlar da bizim gibi bugünkü eğitim sisteminin çıktılarıdır. Demek ki önce, şu “ezberci” eğitim sisteminden kurtulmamız gerekiyor. Çünkü yapay zekâ teknolojilerindeki hızlı gelişmeler; mevcut kurumsal yapıları, iş yapma tarzlarını, eğitim, güvenlik, hukuk ve sağlığın yeniden şekillendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bilişim devrimiyle gelen Yeni Çağ bizden; yeni bir eğitim modeli, yeni bir insan profili,  yeni bir bakış açısı, yeni bir ahlâk ve siyaset anlayışı istiyor. Kısaca; kentsel dönüşümden önce, toptan bir bilimsel/zihinsel dönüşümü hayata geçirmemiz gerekiyor. ATATÜRK DİYOR Kİ: “Liderlik; vatandaşla inatlaşmak, vatandaşla kavga etmek, onları tehdit etmek değildir; onları bir baba şefkatiyle kucaklamak, hoşgörüyle yaklaşmak ve gerektiğinde onlara hesap vermektir. “Milleti aldatmayacağız! Millete daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz; fakat millet düzeltsin. Kendimizi, kimsenin üstünde görmeye de hakkımız yoktur Efendiler!