Kırmızı Kedi Yayınevi'nin Çağdaş Klasikler serisi içinde yayımladığı, 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mısırlı yazar Necib Mahfuz'un, 125 sayfalık "Miramar" adlı romanını bugün okuyup bitirdim. Roman; farklı ekonomik ve siyasi görüşlere sahip bir grup insanın yaşamları ve ilişkileri üzerinden, 1960'lı yılların Mısır'ını anlatıyor.
Arka kapak notu, romanı şu cümlelerle âdeta özetlemiş oluyor: "Her biri farklı nedenler yüzünden sürgün hayatına mahkûm olan beş farklı karakter, (Emir Vecdi, Hüsnü Allam, Mansur Bahi, Serhan el-Beheri ve Zühre Selame) İskenderiye'de, eski görkemini yitirmiş Madam Mariana'ya ait, Miramar Pansiyon'da bir araya gelirler. Romandaki, ana kahraman, köyünden kaçıp pansiyona sığınan ve okuma yazma öğrenerek kendisini özgürleştirmeye kararlı, genç bir kadın olan Zühre'dir. Pansiyondaki diğer kişilerin onunla kurduğu ilişki, dönemin sosyal ve siyasi gerçeklerini yansıtır. Miramar, çeşitlilikle çatışmanın iç içe geçtiği büyük bir ev, bir ülke metaforu olarak akıllarda yer edecek güçlü bir romandır"
Bu yazımda, okuduğum romandan çok, romanın yazarını tanıtmaya çalışacağım. Bunun için Necib Mahfuz'un en önemli özelliğini hatırlatarak başlamak isterim. Necib Mahfuz, 1988 yılında, edebiyat dalında Nobel ödülü alan ilk Müslüman/Arap yazardır. Nobel ödülü; Alfred Nobel'in 1895 tarihli, vasiyeti üzerine; (kimya, fizik, edebiyat, barış ve tıp) alanlarında olmak üzere toplam beş ayrı dalda verilmektedir.
Nobel ödülleri her yıl aralık ayında, İsveç kraliyet akademisi tarafından seçilen beş üyeli bir komite tarafından verilir. Ödül, Nobel Vakfı tarafından karşılanır. Kazanan kişiler; bir madalya, bir diploma ve bir de miktarı yıllara göre değişen nakit para ile ödüllendirilir. Mısırlı yazar Necib Mahfuz, edebiyat dalında Nobel ödülü kazanan ilk Müslüman yazar oldu. 2006'da Orhan Pamuk'un ve 2021 yılında ise Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar'da dünyaya gelen Tanzanyalı Abdülrazak Gurnah'ın Nobel edebiyat ödülü sahibi olmalarıyla, Nobelli Müslüman yazarların sayısı üçe yükselmiş oldu.
Mahfuz'un Midak Sokağı adlı romanını okuduktan sonra, "Mahfuz, Mısır'ın Yaşar Kemali'dir" diye düşünmüştüm. Fakat son romanlarından biri olan ve yukarıda kısaca özeti verilen Miramar'ı okuduktan sonra fikrim değişti. Ben de artık Batılı eleştirmenler gibi düşünmeye başladım. Onlar gibi ben de diyorum ki; "Necip Mahfuz, Orta Doğu'nun Balzac'ıdır." Goriot Baba'nın kaldığı "Madam Vauqer'in Pansiyonu" ile, İskenderiye'de, Madam Mariana'nın "Miramar Pansiyonu" arasındaki benzerlik düşünülünce, bu değerlendirme daha da haklılık kazanıyor. Mahfuz; küçük insanlar ve mekânlar üzerinden hareketle, büyük olayları başarı ile anlatabilen realist bir yazardır.
Şimdi Necip Mahfuz'u biraz daha yakından tanıyalım: Necib Mahfuz, 11 Aralık 1911 tarihinde Kahire'nin Cemaliye bölgesinde altı çocuklu bir Arap ailesinde dünyaya geldi. 1934 yılında Kahire Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Değişik kamu kurumlarında, emekli oluncaya kadar otuz beş yıl boyunca, bir devlet memuru olarak çalıştı. 1928 yılında, Selame Musa'nın çıkardığı bir dergide yazarak başladığı yazarlık yaşamına, 70 yılda; 34 roman ve 350'ye yakın kısa öyküler sığdırdı. İlk romanı 1939 yılında yayımlandı. Pek çok eseri filme alındı.
1957 yılında kaleme aldığı “Kahire Üçlüsü” ile tanınmış bir isim oldu. Bu üçlüde, Kahire'de yaşayan bir ailenin üç kuşağının, Birinci Dünya Savaşı ve 1952'deki Cemal Abdül Nasır ve Hür Subaylar darbesine kadar geçen zaman dilimindeki Mısır toplumunu anlattı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın İsrail ile yaptığı barış antlaşmasına verdiği açık destek üzerine, pek çok Arap ülkesinde eserleri yasaklandı. Bu yasak, 1988 yılında Nobel ödülü aldıktan sonra kaldırıldı. Kahire'den hiç ayrılmadı. Nobel ödülü almak için bile yurt dışına çıkmadı. Komiteye bir teşekkür mektubu göndermekle yetindi.
Kitapları ile, bir kentin sokakları üzerinden kurduğu ilişkiden hareketle, Mısır'ın ve hatta tüm Orta Doğu'nun 20. yüzyıla dair haritasını çıkardı. Çağdaş ve laik düşünceli bir yazardı. Bu yönüyle, sürekli dinî çevrelerin tehditlerine maruz kalıyordu. Cebelavi Sokağının Çocukları romanını ancak Lübnan’da bastırabildi. Çünkü kitap, El Ezher Üniversitesi tarafından yasaklanmıştı. Roman kahramanlarının; Âdem, Musa, İsa, Muhammed adlarını almış olmaları yanında, anlatılan olayların da semavi dinleri çağrıştırmasından ötürü, dinci kesimin büyük tepkisini üzerine çekti.
Oysa yazar; sosyal devlet, sosyal adalet, adaletli gelir dağılımı, halkın güç ve söz sahibi olma hakkını savunuyordu. Fakat, “Müslüman Kardeşler” cemaatine ise hep şüphe ile bakıyordu. Şüphe etmekte de haklıydı. Sonunda, 1989 yılında, “Kör Şeyh” diye bilinen Ömer Abdülrahman tarafından, hakkında ölüm fetvası verildi. 1994 yılında evinin önünde genç bir dinci fanatik tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Boynundan yaralandı. Sağ tarafına kısmî felç indi ve eli kalem tutamaz oldu. Yine de yazmaktan geri kalmadı.
Temmuz 2006'da yürürken, düşerek kafasından yaralandı. Hastaneye kaldırıldı. 30 Ağustos'ta, 95 yaşında iken, Kahire’de hastanede yaşamını yitirdi. Cenazesi, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in de hazır bulunduğu görkemli bir devlet töreni ile kaldırıldı.