“Türküler Dolusu” şiirinde, ne güzel söyler Bedri Rahmi Eyüboğlu:
…………..
Ah bu türküler
Köy türküleri.
Dilimizin tuzu biberi.
Memleket ahvalini onlardan sor.
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni.
Ben türkülerden aldım haberi.
Anadolu insanı, okuldan önce, türkülerden öğrenir tarihini. Türküler olmasa, nereden ve nasıl öğrenecekti; Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı, Yemen’i… O türküler ki;
“Altlarında imza yok; ama
İçlerinde yürek var;
Cennet misali sevişen,
Cehennemler gibi dövüşen.”
Yemen, ah, o çöl Yemen. Bir ulus olamamış, aşiret aşiret bölünmüş; bir yanı Sünni, bir yanı Şii… Osmanlı’ya düşman, kendi insanına düşman, İngiliz’e dost olan Yemen. Aç, susuz, cephanesiz; Yemen çöllerinde Veysel Karani misali Anadolu çocukları… Kimi anasından ayrılmış, kimi yârinden, kimi çocuğundan. Kimi de daha kendisi bir çocuk...
“Gitme Yemen’e Yemen’e
Yemen sıcak dayanaman
Tan borusu er vurulur
Sen küçüksün uyanaman”
Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış; yoksul, yorgun, bitkin bir ordu. Kafkasya’da, Çanakkale’de, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de, Galiçya’da, kendinden kat kat güçlü, dinç ve donanımlı ordulara karşı korkunç bir savaşa atıldılar. Geride bıraktıkları gözü yaşlı analar, taze gelinler, ağıtlar yaktılar arkalarından.
“Havada bulut yok, bu ne dumandır.
Mahlede ölen yok, bu ne figandır.
Şu Yemen elleri ne de yamandır.
Ano Yemendir, gülü çemendir.
Giden gelmiyor, acep nedendir?”
İnsanoğlu, insanlığını unutmuş. Savaş, insanları âdeta insanlıktan çıkarmış. Yaşanan o korkunç acılar ağıtlara sinmiş ve bugüne taşınmış. Yıllar sonra Safiye Ayla’nın seslendirdiği bu türkü, Atatürk’e bile gözyaşı döktürmüştür.
Bugün bedelli askerlik uygulamasına bakınca görüyoruz ki; o günden bugüne değişen bir şey yok.
./.
“Yemen yolu çukurdandır.
Karavana bakırdandır.
Zenginimiz bedel verir,
Askerimiz fakirdendir.
Tarlalarda biter kamış.
Uzar gider vermez yemiş.
Çöl Yemen’de can verenler;
Biri Memmed biri Memiş.
./.
Günden yanı soldu m’ola
Yerden yanı uldu m’ola
Mehmedimin ala gözün
Karıncalar oydu m’ola.
./.
Mızıka çalındı, düğün mü sandın?
Al-yeşil bayrağı, gelin mi sandın?
Yemen’e gideni, gelir mi sandın?
Dön gel ağam dön gel, dayanamiram
Uyku gaflet basmış, uyanamiram
Ağam, öldüğüne inanamiram.
Atatürk: “Türk çocuğu, artık Arap çölleri için kanını dökmeyecek.” Dese de O’nun o ünlü “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi çoktan unutuldu. 1950’den bu yana nerelerde kanı dökülmedi ki o kahraman Türk çocuklarının. Dün Kore’de, Kıbrıs’ta; bugün Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Katar’da, Somali’de; yarın belki Afganistan’da…
1517-1536 ve 1849-1914 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kalan Yemen gibi uzak diyarlarda savaşan insanlar, hiç şüphesiz kendi topraklarını savunuyorlardı. Çünkü o topraklar, Osmanlı toprağıydı. O askerler de Osmanlı askeriydi.1950 sonrasında yer aldığımız savaşlar ise, sınırlarımızın dışında ve bize ait olmayan, başka uluslara ait olan topraklar üzerinde yapılan savaşlardır.
Bir örnek: Kore Savaşı. (1950 – 1953)
Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditleri karşısında, ABD ve Rusya arasındaki savaşa katılmayı, NATO’ya girmek için bir fırsat olarak gören dönemin hükümeti (DP) konuyu TBMM’ye getirmeye bile gerek görmeden, savaşa katılma kararı aldı ve 1953’teki ateşkes kararına kadar geçen üç yılda, toplam; 14.936 Türk askerini, Kore’de görevlendirdi
. Bizim açımızdan sonuç: 721 şehit, 175 kayıp, 234 esir ve 2147 yaralı. Askeri kayıp oranı %22. ABD’den sonra en çok kayıp veren ikinci ülke Türkiye… Bedeli ne oldu? Şubat 1952’de NATO’ya kabul edildik.