Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun (1889-1974) yazdığı Yaban romanının başkahramanı Ahmet Celâl, 1. Dünya savaşına katılmış ve savaşta sağ kolunu kaybetmiş aydın bir Türk subayıdır. Savaştan sonra işgal altındaki İstanbul’a gitmek istemeyen Ahmet Celâl’i, emir eri Mehmet Ali, “Beyim, buralarda sersebil olursun”diyerek Porsuk çayı kenarındaki köyüne götürür.

O, bu halk için savaşmış bir kahramandır; fakat köylü kendisine pek sıcak bakmaz. Halk, yoksuldur, eğitimsizdir, millî duygudan yoksun bir kütledir ve tamamen, Salih ağa ile Şeyh Yusuf’un etkisi altındadır. Onlar ne derse, odur. Köylülere göre Ahmet Celâl, bir “Yaban”dır. Ahmet Celâl de başlangıçta köylüleri pek sevmez, hatta tiksinir onlardan. Köylüleri, toprak altında kalmış binlerce yıllık heykellere benzetir. Sonradan köylülerin bu kadar cahil ve vatan mücadelesine kayıtsız olmalarının sebebini kendisi gibi Türk aydınlarında görmeye başlar ve der ki:

“Türk aydını, sen,  Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin. Onu, hayvanî duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla, kuru göğün arasında bir ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin?  Sonunda bu geriliğin ve cahil kalmışlığın suçlusunu da gösterir. “Sana ıstırap veren bu durum, ey Türk aydını, senin kendi eserindir” der.

Neden anlattım şimdi bunları? Anlattım, çünkü 14 Mayıs 2023 tarihinde yaptığımız genel seçimin hemen ertesinde, bazı aydınlarımızın seçim sonuçlarına yönelik olarak yazdıkları yazılar ve yaptıkları yorumlar, bana Ahmet Celâl’i ve onun aydınımız adına yaptığı özeleştiriyi hatırlattı. Aydınımız; hâlâ Türk halkını yeterince tanımadığını, halktan kopmuş ve kendini bir tür yankı odalarına kapatmış olduğunu, kendisi olaylar karşısında ne düşünüyorsa, halkında öyle düşündüğünü veya düşünmesi gerektiğini varsayıyor. Halkın, onun verdiği kararın aksi yönünde bir karar verdiğini görünce de şaşırıyor, üzülüyor. Üç yazardan üç alıntı

 T24’ten Mehmet Y. Yılmaz: 

  “Adam Kazandı.” başlıklı yazısından bir alıntı: “ İçinde yaşadığım, bir parçası olduğum toplumu doğru okuyamamışım. (…) Son 5 yılda, Türkiye’nin yaşadığı “kötü yönetim sorununun” seçim sonuçları üzerinde daha çok etkisi olabileceğini düşünmüştüm. (…) Yoksulluk, yolsuzluk, deprem, orman yangınları, sel felâketlerinde idarenin ihmal ve liyakatsizliğinden kaynaklanan can ve mal kayıpları… Bunların önemli olduğunu zannediyordum; ancak halkımızın çoğunluğu için bunların önemli olmadığını öğrenmiş oldum. Bugünden itibaren, ne kadar süreceğini şu an bilemediğim bir süre için, şimdilik günlük yazılarıma ara veriyorum.”

Sözcü gazetesinden Deniz Zeyrek:

  “Meğer hepimiz, yankı odasındaymışız. (…) İşsizlik, parasızlık, hayat pahalılığı, halkımız için bizim düşündüğümüz kadar önemli değilmiş. Depremzedelerimiz, iktidarın yaptıklarından ve yapma sözü verdiği şeylerden memnunmuş. Kadınlarımızın bir bölümü, ikinci sınıf insanlar gibi görülmeyi bir sorun olarak görmüyormuş. Demokrasi, hak, hukuk, adalet kimsenin umurunda değilmiş.

Meğer varsa yoksa milliyetçilik;

Meğer varsa yoksa muhafazakârlık…”

Sözcü gazetesinden Rahmi Turan:

“Ekonomiden hukuka, eğitimden sağlığa kadar akıl almaz sıkıntıların yaşandığı bir ortamda, iktidarın aldığı sonuç çok şaşırtıcı. Halkın korkunç yoksulluğuna rağmen, cumhur İttifakının 320 milletvekiline ulaşarak mecliste çoğunluğu elde etmesi, akıl yolu ile izah edilecek bir durum değildir. Sonuçlar, milletin acı ve ıstırap çekmeyi sevdiğini gösteriyor.”

Ahmet Celâl gibi seslenmek gerekiyor: Ey aydınlar! Halkı suçlamak, “göbeğini kaşıyan adam” yahut “bidon kafalı” diye damgalamak kolay. Yankı odalarından çıkamadığınız sürece, içinde yaşadığınız toplumu doğru okuyamazsınız. Şimdi dönün Ahmet Celâl’in yukarıdaki sözlerini bir kez daha okuyun.

Yetmezse, Atatürk’ün, bir ferdi olmaktan gurur duyduğu, Yüce Türk Milleti hakkında,  onuncu yıl nutkunda dillendirdiği şu sözlerini anımsayın.

“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.

Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını,  ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.

Aydın olma iddiasındaki insanların, halka kızmak ve küsmek gibi bir hakları olamaz. O halk ki; Nazım Hikmet’in dizeleriyle anlatmak istersek:

“O, topraktan öğrenip

Kitapsız bilendir.

Hoca Nasrettin gibi ağlayan

Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

Ferhat’tır

Kerem’dir

Keloğlandır.

(…)

Kanadı kırılır

Çöllerde kalır.

Ölmeden mezara koyarlar onu.

O, Yunus-u biçaredir

Baştan ayağa yâredir

Ağu içer su yerine.

Fakat bir kere dert anlayan düşmesin önlerine

Ve bir kere vakit erişip

 ‘GAYRİM YETER!’ demesinler.

Bunu dediler mi

İsrafil surunu urur

Mahlûkat yerinde durur.

(…)

Dağları yırtıp ayırır

Kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa.”