Bir önceki yazımda Çanakkale Savaşları sırasında, yaralı askerlere hizmet vermek amacıyla, Eceabat’ın Alçıtepe köyünde Kızılay tarafından açılan ve bugün restore edilerek müze haline getirilmiş olan sahra hastanesinden söz etmiştim. Bugün farklı bir konuya geçiyorum. Bu yazının da ilginizi çekeceğini ümit ediyorum.

Eceabat merkezinden çıkıp İstanbul yolunda ilerlerken, bir  süre sonra,  ana yoldan sola saparak Gelibolu Yarımadası’na dönmek isterseniz eğer, iki farklı yol göreceksiniz. İlk yol sizi Kabatepe limanına ve daha ilerideki Alçıtepe’ye doğru götürürken, ikinci yol ise sizi, yarımadadaki başka köylere götürecektir. Bu ikinci yolu tercih etmeniz durumunda, karşınıza çıkacak olan ilk köy Yalova köyü olacaktır. Sonra, birbirine pek de uzak olmayan Kumköy, Yolağzı, Beşyol, Küçük Anafartalar, Büyük Anafartalar diye sıralanan birçok köyden geçeceksiniz.

Bugün kızımla ikici yolu tercih ettik. Yalova köyünün mezarlığı yanından geçerken arabayı sağa çekip durmasını söylüyorum. Yolumuz hazır buraya düşmüşken,  çoktan beri görmeyi arzu ettiğim bir mezarı ziyaret etmek istiyorum. Etrafta o mezarı bize göstermesi için birilerini arıyorum; ama ortalıkta kimseler yok. Yaz günü köylüler tarla tapan işleri peşinde. Kızım arabada beklerken ben inip mezarlığa giriyorum. Bir süre sonra o da yanıma geliyor. Koskoca mezarlıkta bir mezar arıyoruz.

Aradığımız mezar, ünlü bir şairimize ait olduğu için, diğer mezarlardan farklıdır ve bu yüzden kolayca buluruz diye düşünüyorum. Düşündüğün gibi de oluyor. İşte o mezar.

Mezar taşına şairin, “ Meçhul Öğrenci Anıtı” başlıklı şiiri yazılmış. Şiirin tamamı şöyle:

“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür. / Arkadaşları, zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri. / Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında / Her çocuğun kalbinde, kendinden daha büyük bir çocuk vardır. / Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

     AYŞE DENİZ                                                 ECE AYHAN ÇAĞLAR

1907 – 1981 (Annesi)                                               1931 - 2002

Artık şairimizi tanıma zamanıdır.

Ece Ayhan Çağlar, 10 Eylül 1931 yılında aslen Gelibolulu olan babası Behzat Çağlar’ın mal müdürlüğü görevi nedeniyle bulunduğu Datça’da dünyaya geldi. Ece Ayhan, 1938’de Eceabat’ta başladığı ilkokulun ikinci sınıfını Çanakkale’deki İstiklâl İlkokulu’nda okudu. Ailesinin 1940 Kasım’ında Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine, ilk, orta ve liseyi eğitimini İstanbul’da tamamladı.

1953’te başladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1959 yılında mezun oldu. 1962’de Deniz Hafize Hanımla evlendi ve kaymakam olarak Gürün’de göreve başladı.1963’te Çorum’un Alaca ilçesinde kaymakamlık ve belediye başkanlığı görevlerine atandı.  Askeri görevini 1964 yılında yedek subay olarak tamamladıktan sonra 1965’te Denizli’nin Çardak ilçesi kaymakamlığına atandı.

Ece Ayhan, memurluk hayatının disiplinli yaşam tarzından sıkılarak  istifa ederek, 1966’da  çok sevdiği İstanbul’a yerleşir. İstanbul’da kısa sürelerle  Meydan Larousse ansiklopedisinde yazarlık, Sinematek’te ve Yeni Sinema Dergisi’nde müdürlük, Genç Sinema Grubu’nda yöneticilik ve Ağaoğlu Yayınevi’nde redaktörlük gibi işlerde çalıştı.

Ece Ayhan, 1974’ten ölümüne kadar, beynindeki tümörün yol açtığı birtakım hastalıkların sıkıntılarıyla yaşadı. Sağ kulağında ileri derecede işitme kaybı, sağ gözünde de hasara sebebiyet veren tümör, dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ameliyatlarıyla ölümcül olmaktan çıkarıldı. Ancak, tümörün diğer organlarda meydana getirdiği hasarlar, sanatçıya yaşamı boyunca sıkıntı vermeye devam etti.

Çanakkale Belediye Başkanlığı tarafından belediyenin geçici işçi kadrosuna alınarak sosyal güvenliğe kavuşması sağlandı. Sağlığı iyice bozulmuş ve bacakları felç olmuştu.  Ağustos 1999’dan itibaren sanatçı arkadaşlarının ve özellikle de kendisi de bir şair olan dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in yardımlarıyla, İstanbul’daki büyük hastanelerde tedavi gördü ve felçten kurtularak ayağa kalkmayı başardı.

Sanatçı, Nisan 2001’de tekrar Çanakkale’ye yerleşti ve geçimini telif hakkını Yapı Kredi Yayınları’na verdiği eserlerinin geliriyle sağladı.  Düzenli ve yerleşik bir hayatı sevmeyen sanatçı, tedavi görmekte olduğu Çanakkale’den Temmuz 2002’de ayrılarak İzmir Büyükşehir Belediyesi Gürçeşme Huzurevi’ne yerleşti.  12 Temmuz 2002 tarihinde rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede vefat etti.  16 Temmuz 2002’de, Çanakkale’nin Eceabat ilçesi Yalova köyünde toprağa verildi.

Ece Ayhan’ın Şiir kitapları: Kınar Hanım’ın Denizleri (1959) Bakışsız Bir Kedi Kara (1965) Ortodoksluklar (1968) Devlet ve Tabiat (1973) Yort Savul (Toplu Şiirler, 1977) Zambaklı Padişah (1981) Çok Eski Adıyladır (1982) Sivil Şiirler (1993)Çanakkaleli Melâhat’a İki El Mektup (1991) Sivil Şiirler (1993) Son Şiirler (1993)
Bütün Yort Savul’lar! (1994) Bütün Yort Savul’lar! (1999, Genişletilmiş 2. Baskı)

Ece Ayhan, 1950’li yıllarda Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı “Garip” şiir hareketine bir tepki olarak doğmuş olan “İkici Yeni” diye anılan şiir akımının önemli temsilcilerinden biridir. Kendisi ikinci yeni yerine “Sivil Şiir” demeyi daha uygun görmüştür. Bu akımın diğer temsilciler arasında; İlhan berk, Cemal Süreya, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Ülkü Tamer  ve Turgut Uyar sayılabilir.

İkinci Yeni denilen şiir akımının en açık tanımını Madımak Oteli’nde hayatını yitiren Asım Bezirci yapmıştır. Ona göre ikinci yeni şiiri: “Geleneklerden kopuk, biçimci, konuşma dilinden uzak, kapalı, siyasetten uzak, halktan uzak, aydın azınlığa hitap eden” bir şiirdir.

Bu akımın en ayrıksı temsilcisi olan Ece Ayhan, dili zorlayarak kendine has bir imge dünyası oluşturmuştur. Şairi rahmetle ve saygıyla anarken onun sözlerinden bir demet sunarak yazımı bitiriyorum.

                                              Ece Ayhan Sözleri:

                     “Ne olurdu yani, bir sene de insanlık moda olsa.”

                      “Sevdiklerimizi tekmelemeye ana karnındayken başlıyoruz.”

                     “Beni sildiğini söylemişsin. Şunu sakın unutma; silgi silerken, silinir de.”

                     “Keşke bazı insanlar için ‘İmalat hatası var, geri topluyoruz’ deseler.”