Kendine göre belli bir noktadan başlatıp, art arda sıralar yılları... Takvimler; gök cisimlerinin hareketlerinden elde edilen veriler kullanılarak, zamanın düzenlenmesi ve önemli görülen olayların kayıt altına alınmasına yönelik olarak geliştirilmiş sistemlerdir.

İnsanlar, dinî ve mali nedenlerle, zaman içinde değişiklikler yaşadıkça ve astronomi alanında  yeni bulgular elde ettikçe, takvimler de değişti. Orta Asya’da iken, 12 hayvanlı Türk takvimi kullanan Türkler, akıp giden zaman içerisinde, İslamiyet’in kabulünden günümüze kadar, üç farklı takvim kullandılar: Hicrî, Rumî ve Miladi olmak üzere…

Tıpta Bayram,Tıp Bayramı Tıpta Bayram,Tıp Bayramı

Tanzimat’a kadar her alanda Osmanlı Devleti’nde Hicri takvim kullanıldı. Bu takvime göre yılbaşı 1 Muharrem’di. 1840 yılında, Hicri takvim yanında mali nedenlerle, Rumi takvim de kullanılmaya başlandı. Buna göre yılbaşı 1 Mart’tı. Devlet hayatında resmi olarak 1870’den başlanarak, sadece, Rumi takvim kullanıldı. Osmanlı devleti bu takvimi kullanırken, kendisi dışındaki tüm İslam ülkeleri, Hicri takvimi kullanmaya devam etti. Hıristiyan, Batılı  ülkelere gelince; onlar 1582’den beri güneş merkezli Miladi takvimi kullanıyordu.

Miladi Takvim; 4 Ekim 1582’de, M.Ö. 46 yılında, Roma İmparatoru Jül Sezar tarafından kabul edilen, “Jülyen takvimi” yerine, Papa, XIII. Gregorius tarafından yapılan ve Hz. İsa’nın doğduğu yılı “milat” olarak alan, güneş merkezli bir takvimdi.  “Miladi takvim” Osmanlı Devleti’nde,  İttihat – Terakki yönetimince “Takvim –i Garbi” adıyla yürürlüğe konsa da resmen kabul edilmesi Cumhuriyet döneminde oldu.

26 Aralık 1925’te çıkartılan 698 numaralı, “Takvimde Tarih Mebdeinin (başlangıcının) Değiştirilmesi Hakkında Kanun” ile “Günün 24 Saate Taksimi Hakkında Kanun” adlı iki yasa ile Miladi Takvim resmen kabul edildi ve 1 Ocak 1926’da yürürlüğe girdi. Yeni takvime göre,  1 Ocak yılbaşı olarak kabul edildi ve hafta sonu tatili de Pazar gününe alındı. 1935 yılında yarım gün olarak hafta sonu tatiline eklenen cumartesi günü, 1974’te tam güne çıkarıldı.   

Paul Gentizon’un, 1983’te, Kültür Bakanlığımız tarafından yayımlanan “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” adlı kitabında bu değişimle ilgili olarak şöyle yazıyordu:

1927 yılından itibaren Türkiye Müslümanları ve Hıristiyan halk ilk kez ortak bir yıl hesabı kullanmaya başladılar. Aynı şekilde ilk kez birçok Türk, Avrupa adetlerine uyarak yılbaşlarında birbirlerine iyi dilekler ilettiler.”

Hıristiyanlar tarafında 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın doğum günü olarak kutlanan “NOEL” ile 1 Ocak’ta yeni bir yıla girmenin sevinci ve coşkusu ile kutlanan “YILBAŞI” bir ve aynı şey değil.  Bunu biliyor olsak da yine de her yılbaşı geldiğinde bu ülkede birileri bu olayı bir ayrışma konusu yapabiliyor. Sonuç olarak, yılbaşını herkes kendi meşrebine göre nasıl kutlarsa kutlasın. Yeter ki bu güzelim ülkede bir huzursuzluk olmasın.

Sağlık, huzur ve mutlulukla nice yıllara… YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN..

Editör: Haber Merkezi