YAZARLAR

Sait Faik'i Anarken

“Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir-iki tane de şiir yazdım. Şiirlerinde hikâye kokusu var diyorsunuz. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de şair… İkisi ortası acayip bir şey… Ne yapalım, beni de öyle kabul edin.” (Sait Faik Abasıyanık)

Abone Ol

Sait Faik, 1906’da Adapazarı’nda doğdu. Babası Mehmet Faik, kurtuluş savaşı yıllarında bu kentte belediye başkanlığı yapan, İstiklâl madalyası sahibi bir insandı. Annesi Makbule Hanım, otoriter fakat açık fikirli bir kadındı.  Sait Faik ilköğrenimini, yabancı dille eğitim veren özel Rehber-i Terakki okulunda tamamladı.

Oğullarını iyi bir lise eğitimi alması için, aile İstanbul’a taşındı. Baba artık ticaretle uğraşıyordu. İstanbul Erkek Lisesi 10. Sınıfında okurken, Arapça dersi öğretmeninin minderine toplu iğne koydukları gerekçesiyle 41 öğrenci disiplin cezasıyla okuldan uzaklaştırıldı. Sait Faik Bursa Lisesi’ne sürüldü. Burada okurken yazdığı “İpek Mendil” adlı ilk öyküsü, Varlık Dergisi’nde basıldı.(1934)

Lise bitince İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydoldu. Okulu yarıda bırakınca, babası,  iktisat eğitimi alması için oğlunu Lozan’a gönderdi. Orayı sevmeyen ve sıkılan Sait Faik, Fransa’nın Grenoble kentine geçti.  Bu kentte kaldığı üç yıl içinde bir liseye devam ederek Fransızcasını geliştirdi. Üç dönem Grenoble Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne devam etti. Sonuç olarak, Bursa Lisesi’nden aldığı lise diploma dışında, başka hiçbir okuldan diploma alamadan baba evine döndü.

1936 yılında, babasının maddi desteği ile ilk öykü kitabı olan SEMAVER’İ yayımladı. 1938’de on iki öykünün yer aldığı SARNIÇ adlı öykü kitabı basıldı. Aile; kışı İstanbul’da yazları ise, babasının Burgaz Adası’nda aldığı köşkte geçirmeye başlamıştı. 1939’da babasının ölümü sonrasında, yıllarca annesinden ayrı kalan ve onu sadece hafta sonları görebilen Sait Faik, bundan sonraki hayatını annesi ile geçirmeye başladı. 1940’ta ÇELME adlı öyküsü nedeniyle,  hakkında;  “Halkı askerlikten soğutmak” iddiasıyla açılan dava nedeniyle Ankara’da yargılandı ve aklandı.

1944’de,  ilk romanı basıldı. Romanın adı: “Medar-ı Maişet Motoru”  Yani (geçim sağlayan motor) Medar-ı Maişet” (Geçim Vasıtası) romanda, Ali Rıza Efendinin evlat edindiği Hikmet’in çalıştığı balıkçı motorunun adıdır. Annesinin maddi desteği ile basılan bu kitap, dönemin baskıcı siyasi hükümetinin bakanlar kurulu kararıyla, sakıncalı bulunup toplatıldı.  Sadece 99 adet satılmıştı.

Kitap 1952 yılında yeniden basıldığında, bazı paragrafları çıkartıldı, kitabın adı “ Birtakım İnsanlar” balıkçı motorunun adı da “Ceylan-ı Derya” olarak değiştirildi. Daha sonraki basımlarında tekrar ilk isimlere dönüldü.

Bu kitapta anlatılan nedir? Burgaz Adası’nda yaşayan emekli devlet memuru Ali Rıza Efendinin,  emeklilik yıllarında, ailesi ile birlikte çektiği geçim sıkıntısı ve tüm bu sıkıntılara rağmen hayata tutunma çabası... Bulunan suç unsuru neydi peki? Romandaki kahramanlardan birine eski bir asker kaputu giydirmiş olmak. Ah, bu 40’lı yıllar… Uğur Mumcu’nun “Cadı Kazanı” Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri” kitaplarında anlattığı o karanlık yıllar…

Sait Faik, kendisini “haşarı bir burjuva çocuğu” diye tanımlasa da hiçbir zaman bir burjuva hayatı yaşamadı. Öykülerinde, hep toplumun orta-alt kesiminde yaşayan yoksul ve sıradan insanları anlattı. “Her şey, insanı sevmekle başlar” diyen insandı O… Sadece insanı mı sevdi? Hayır. O, yaşadığı sürece, kuşları, balıkları, ağaçları, hayvanları, kısaca tüm canlıları sevdi. O, bu yönüyle gerçek bir doğa aşığıydı. (Son Kuşlar ve Hişt Hişt öykülerini tekrar okuyun)

Hiç evlenmedi. Bir kez, çok sevdiği Aleksandra ile evlenmeyi düşündüyse de annesi bu evliliğe onay vermedi. Ve sonunda haklı da çıktı. Annesinin sevgisi ve desteği ona yetti. O destek, 5 Mayıs1954’te, 48 yaşında iken, siroz hastalığından öldükten sonra bile devam etti.

Makbule Hanım, oğlunun önerisi üzerine varlığının büyük bir bölümünü ve kitapların telif hakkını, kimsesiz çocuklar için güzel şeyler yapan Darüşşafaka Cemiyetine bıraktı. Ayrıca, kurduğu vakıfla, müze haline getirdiği Burgaz Adası’ndaki köşkle, her yıl düzenlenen “Sait Faik Hikâye Armağanı” ile hem oğlunun adını yaşatıyor hem kendi adını. Bu değerli anne ve oğlunu, Rahmetle ve saygıyla anıyorum.

Hikâyeleri: Semaver, Sarnıç, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Son Kuşlar, Balıkçının Ölümü. Romanları: Medar-ı Maişet Motoru, Kayıp Aranıyor. Röportajları: Tüneldeki Çocuk.

SON SÖZ:

“Yahu, şu son günlerde Sait Faik’in hikâyelerini okuyorum yeniden. Allah rahmet eylesin. Ne büyük, ne gerçek şairmiş oğlan, Onu, son gördüğüm günleri düşündüm, Yüreğim Burkuldu.” (Nazım Hikmet’in bir mektubundan)